5 Nisan 2009 Pazar

KURŞUN, GERÇEKLERİ ÖLDÜREMEZ!


29 Mart 2009
Zeynep Kuray


1992 yılında Gündem gazetesinin ilk çıkışını ele alan ‘Press’ adlı film, Diyarbakır’da JİTEM’cilerin ölüm tehdidi altında olanaksızlıklar içinde gazeteyi çıkartmak ve haberleri bölgedeki halka ulaştırmak için mücadele eden 7 gazetecinin öyküsünü beyazperdeye aktarıyor…

Gazetecilik zor bir meslektir, ne pahasına olursa olsun gerçeklerle yüzleşmeyi gerektiren bir meslektir. Türkiye’de gitgide tekelleşen ve teksesliliğe dönüşen basın sektöründe adını düşünüp teslim olanlar kadar bir de canları pahasına halka gerçekleri aktarabilmek için uğraşan gazeteciler de var. İşte gazeteciliğin yozlaşmasının derinleştiği böyle bir ortamda ilk yönetmenlik deneyimini baharda çıkacak ‘Press’ filmiyle yaşayan Sedat Yılmaz, 90’lı yıllarda Güneydoğu bölgesinde halka gerçekleri aktarabilmek için hayatlarını tehlikeye atmakta hiç tereddüt etmeyen ve tüm baskılara göğüs geren Gündem gazetesi çalışanlarının anısına güzel bir armağan bıraktı. Gerçek olaylardan ortaya çıkan bir senaryoya dayalı film şimdiden merak konusu oldu.

»Press filmi projesi nasıl filizlendi?

92-93 yıllarında bölgede gazetecilik yapmış Bayram Balcı’nın Hüseyin Kuzu’ya anlattığı anılarından yola çıktı bu proje. Tüm yaşananları beraber not edip proje yapsalar da maalesef o günlerin koşulları yüzünden bir türlü bu projeyi hayata geçiremiyorlar. Hüseyin Kuzu daha sonra bu projeden bahsedince bana cazip geldi, nedeni ise bir tarafta Türkiye’de ve özellikle bölgede muhalif gazetecilik yapmanın zorluğunu anlatmak adına, diğer taraftan ise Kürt sorununa da değinmiş olmak açısından önemli bir film olduğunu düşündüm. Öykü ise yöreye dağıtımcı olarak gelip gazeteciliğe heveslenen 17 yaşındaki Fırat adlı karakterinin öyküsü esasında. Ama onun etrafında gelişen olaylar bir şekilde Gündem gazetesi bürosunun da öyküsüne dönüşüyor.

»Metropollerde yapılan gazetecilik ile bölgede yapılan gazeteciliği kıyasladığınızda ortaya nasıl bir tablo çıkıyor?

Bölgede gazetecilik yaptığınız zaman kurşunlanabilirsiniz, ama İstanbul’da çalışıyorsanız başınıza böyle bir olayın gelmesi çok olası değil. Belki gözaltına alınıp işkencelerden geçiyorsunuz ama söz konusu koşullar bölgede çok daha vahim. Bölgede farklı yasalar farklı kurallar işliyor. Nasıl bir duruşunuz olduğu ve hangi gazetede çalıştığınız burada rol oynuyor. Dikkat edin hiçbir zaman İstanbul’da bir Gündem gazetesi çalışanı öldürülmedi ama Batman’da, Diyarbakır’da öldürüldü. Bölgede yapılan gazeteciliğin savaş alanında yapılan gazetecilikten pek farkı yok. O açıdan İstanbul ile arasında dağlar kadar fark var. Gazetecilik gibi son derece meşru ve yasal olması gereken bir mesleğin karşısına öyle zorlu koşullar koyuyorlar ki yaptığınızı illegal bir iş bile gösterebiliyorlar. Özellikle 1990’lı yıllarda bölge ve şehirdeki istatistikleri yan yana getirdiğinizde, o dönem bölgede en az 20’yi aşkın gazetecinin öldürüldüğünü görüyorsunuz. Hatta gazete dağıtımcıları bile öldürülmüş ve gazete sattığı için insanların büfeleri yakılmıştır. İstanbul’da siz hiç gazete sattığı gerekçesiyle büfe yakıldığını duydunuz mu?

»Gündem gazetesinin 2006’dan bu yana 51 kez kapatıldı, çalışanları öldürüldü, işkencelerden geçirildi, cezaevlerine sürüldü. Tüm bunlar olurken diğer basının yaklaşımı nasıldı? Meslektaşlarının sesini duyurabildiler mi yoksa bu haberleri görmezden mi geldiler?

O dönem Gündem gazetesinin yaptığı haberler hiçbirinde yok. Gündem’in ortaya çıkışıyla diğer gazetelerin hangi çizgide durduğu daha net anlaşılır hale geldiğini düşünüyorum. Öyle ki Gündem gazetesinin yaptığı haberleri nerdeyse yüzde 80 değişmiş halde diğerlerinin sayfalarında okuyoruz. Sorunuza geri dönersek o tarihte gazeteler bağımsız bir yayın olmaktan çok Milli Güvenlik Konseyi’nin (MGK) yayın organı şeklinde işlev görüyordu. O dönemde basın için ‘Apoletli Medya’ diye söz ediliyordu. Bölgede yaşananları okurlarına doğru bir şekilde aktarma gibi bir misyonları yoktu. Bu yüzden muhalif gazetecilerin dramına ses vermediler. Mesela filmde Halit adlı bir karakter var; bölgede çalışan bir gazetenin Diyarbakır muhabiri ve elindeki fotoğraf sırf askerleri rahatsız edecek diye yayınlanmıyor, yetmezmiş gibi muhabir niye böyle bir fotoğraf çekti diye yazıişleri tarafından suçlanıyor. O da etik değerleri çiğnememek adına elindeki fotoğrafları Gündem gazetesine veriyor.

»Evet bazı gazeteciler direnmeyi seçiyorlar. Mesela filmde bazı karakterler meslek etiğini unutup kaçmayı tercih ediyorlar. Peki sizce gazetecilik gerçek adına direnmek mi yoksa sisteme teslim olmayı mı gerektirir?

Bizim öykümüzde belirtiğiniz gibi iki karakter var; Alişan ve Kadir. Alişan ve Kadir’in temsil ettiği iki çizgi var. Mesela Alişan, gazeteci kimliğinden çok, davasını esas alıp ona göre çalışıyor. Kadir ise öncelikle gazetecilik kimliğini ön planda tutuyor. Yine de o dönemin koşullarında gazeteci olarak Diyarbakır’da kalmak hiç de kolay değil.

»Sizce dünden bugüne gerek gazetecilik açısından gerekse Kürt sorunu açısından neler değişti?

Bugün ile 90’ların başında gazetecilik yapma koşulları ülke ya da bölgenin siyasi koşulların gazeteciliğe yansımalarıydı bence. Eskiye kıyasla ölümler azalsa da özü itibariyle bir şey değişmemiştir, hâlâ birçok şey gözardı edilmektedir. Çünkü Kürt sorunu orada durmaktadır. Basında özgürlüğü de görüyorsunuz. Gündem’in çıkması ve kapatılması birdir. Artık gazeteye koyacak bir isim bile kalmadı.

»Diğer yandan TRT Şeş “Kürt diline özgürlük” adı altında açılmışken Kürt gazetelerin teker teker kapatılması sizce bir çelişki değil midir?

Evet, değişik nedenlerden dolayı bu bir iki yüzlülüktür. Neticede TRT Şeş’in açılmasına katkıda bulunan Kürt halkının mücadelesidir. Yani hükümet bunu kendi isteyle yapmış imajı doğrud değildir. İkincisi ve daha önemlisi TRT Şeş’de Kürtçe yayın yapılmasına rağmen o kanal dışında bu ülkede kimse Kürtçe yayın yapamamakta. Burada da başka bir ikiyüzlülük söz konusu. Bana kalırsa, TRT Şeş’in açılması tamamen seçimler öncesi AKP’nin Kürtler üzerinde etkisini artırmak için seçim yatırımıdır. Mesela komutanlardan biri “Biz Kürtleri yanımıza çekemedik, insanların dağa gitmesini engelleyemedik’ diye bir söz etmişti sanırım. TRT Şeş kanalı gibi araçları devreye sokarak Kürtlere ulaşmaya çalışılıyormuş gibi gösteriyor.

»“Dağa çıkmalarını biz engelleyemedik deniliyor” peki insanların dağa çıkmasının sorumlusu kimdir?

Tabii ki devlettir. Zaten bu açıklamayla, Kürt sorununu şiddet yolu ile çözümlenemeyeceğini kendileri de itiraf etmiş oluyorlar. Sizce burada bir iletişimden söz edilebilir mi? Sanmıyorum, çünkü devlet oradaki Kürt halkıyla iletişime hiçbir zaman yanaşmadı. Devlet kimliğini Kürtlere kabul etirmesi ile ilgili bir meseledir.

»Bugün kimi gazetelerin attığı manşetlerin aynılarını birkaç yıl önce Gündem de atıyordu. Gündem yapınca neden dikkat çekmiyor da öteki gazeteler yapınca dikkat çekiyor?

90’lı yılların arşivine bakınca en iyi gazetenin Gündem olduğunu görüyoruz. Çünkü Türkiye’nin bütün muhalif birikimi orada yer almış. Bugün mesela farklı yerlerde duran sosyalistlerin önemli bir kısmı Gündem’de yer alıyordu. Bugün niye böyle bir birliktelik yok? Bu iki tarafın da oturup tartışması gereken bir sorun. Gündem gazetesinin o tarihteki etkisi bugün yaratılabilir mi? Bu çok zor çünkü öyle bir birliktelik yok maalesef. Ben mesela Kürt değilim ama Kürtlerin yaşadığı sorunu es geçmem mümkün olabilir mi? Esas sorun burada Kürtlerin yaşadığı sorunu tanımlayıp tanımlamamak ile ilgili.

»Bölgede bu sorunlar olduğunda sizce sosyalistler Kürtlerin yanında yer alabildi mi?

Yok yer alamadılar. Sosyalistler Kürtlerin yanında yeterince yer alamadığı için Kürtler de sosyalistlerle ilişkilerini buna göre düzenliyor. Seçimlerde mesala Kürtlerle ittifak kurarlarsa kaybedeceklerini sanıyorlar, bu yüzden ittifak kurmuyorlar. Oysa burada asıl durulması gereken bu ülkedeki çözüm bulunmayan Kürt sorunudur. Sosyalistlerin de devrimcilerin de Kürtlerin yanında yer alması zorunluluk olmalıdır.

»Diyarbakır’da gerçekleştirdiğiniz çekimlerde herhangi bir engelle karşılaştınız mı?

Tabii ki engellendik. Çekemediğim sahneler oldu. Mesela çocukların sokakta gazete dağıttım sahnesini çekemedim. Muhalif bir sinemacı olarak, devlet tarafından bir tehdit olarak algıladığımı düşünüyorum. Nispeten sinemacı olduğumuz için tırnak içersinde ‘kibar’ davrandılar. Diyarbakır’daki çocukların avucunda taş izi arayarak kafasını gözünü kıran bir anlayıştan söz ediyoruz. Küçüçük bir çocuğa böyle davranıyorlarsa diğerlerine nasıl davranırlar siz düşünün. Tabii bize de neyi nasıl yapmamız gerektiğini ‘gayet iyi’ hissettirdiler.

(Kaynak: BİRGÜN)