BAĞIMSIZLIK UĞRUNA AL KANLARA BOYANDIK
.........."...Bir iki el bombası attım dışarıya. Makinalı tüfek ateşi sürekli devam ediyordu. Fakat bir şey göremiyorsun, zaten. Ayrıca tesir sahası dışına çıkmışlardı. Bir şey kestirmek mümkün değil. Ve Mahir’i indiremedim...."
Feza Kürkçüoğlu*
29 Mart 2009
Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyü, 30 Mart 1972… Saat 05.30 sıralarında Kızıldere muhtarının evine doğru iki asker yaklaşmakta. Mahir Çayan ve dokuz arkadaşının ölümüyle sonuçlanacak, tarihe ‘Kızıldere Katliamı’ olarak geçecek olan gün başlıyordu.
Muhtarın evinde, muhtarın ailesinin yanı sıra; Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) kurucularından Mahir Çayan, DEV-GENÇ Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, Dev-Genç Merkez Yürütme Kurulu üyesi Hüdai Arıkan, Fatsalı şoför Nihat Yılmaz, Fatsalı öğretmen Ertan Saruhan ve Ünyeli çiftçi Ahmet Atasoy, DEV-GENÇ Genel Sekreteri Sinan Kâzım Özüdoğru, Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği Yönetim Kurulu üyesi Sabahattin Kurt, ‘Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü’nün kurucusu olarak aranan üsteğmen Saffet Alp, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) kurucularından Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile kaçırılan üç İngiliz teknisyen bulunmakta…
Evdekiler, evin ve köyün sarılmasıyla birlikte evde sıkışıp kalmışlardı. Dama çıkarak, kiremitler kırılıp, çatıda delik açıldı. Evi kuşatanlar arasında bulunan MİT Kontrterör Dairesi eski başkanı Mehmet Eymür’ün ‘Analiz’ adlı kitabında yazdığına göre: “İçişleri Bakanı, MİT Müsteşarı, Tokat Valisi, Jandarma Genel Komutan Yardımcısı, MİT Ankara Bölge Daire Başkanı” da operasyonu yerinden yönetmekte…
‘TESLİM OLMAYACAĞIZ!’
Muhtarın dışarı çıkması ve bir daha geri dönmemesinin ardından “Teslim ol” çağrıları yapılmaya başlandı. Bu çağrıdan sonra olanları, katliamdan sağ kurtulan Ertuğrul Kürkçü’nün savcılık ifadesinden okuyalım:
“Muhtar Emrullah Arslan, evden uzaklaşırken karısını, gelinini ve kızını yanına alıp gitmiş. Bu sırada dışarıdan ‘Alçaklar, çocukların arkasına saklanıyorlar’ diye bir ses duyunca evde kimse olup olmadığını araştırmak aklımıza geldi. Mutfak kısmında ikisi torunu ve biri de erkek çocuğu olan üç küçük çocuk gördük. Kapıyı açıp, üç çocuğu bıraktık. Çatıdan dışarı baktığımızda tamamen sarıldığımızı gördük. Bir süre sonra da, bizden kayıtsız şartsız teslim olmamızı megafonla ihtar ettiler. Buna cevaben ‘İngilizlerin elimizde olduğunu, teslim olmayacağımızı, şartlarımız kabul edilmedikçe çarpışacağımızı ve İngilizlerin de bu arada öleceğini’ bağırarak söyledik. (…)
“Saat 10.00 sıralarında marş söylemeye başladık. Bu marş şöyleydi:
Gün doğdu, hep uyandık
Siperlere dayandık
Bağımsızlık uğruna
Al kanlara boyandık
İşçi, köylü, gençlik, asker
Devrim için ölürüz
Sinan, Hüseyin, İbrahim
Devrim için öldüler
“Ayrıca Karayılan türküsünü de hep birlikte söyledik...”
Yüzlerce asker ve siviller tarafından kuşatılan Kızıldere köyüne helikopterler inip kalkmakta. Ankara’ya gidip gelen helikopterler, saldırının yaklaştığının habercisidir. Çatışma öncesini Mehmet Eymür’ün kaleminden okuyalım:
“Çayan ve arkadaşları marşlar söylemeye ve zaman zaman askerlere laf atmaya başladılar. Bizi sivil pantolonlarımızdan tanımışlar. ‘Sam Amcanın adamları’, ‘Faşist MİT’çiler’ gibi sözlerle bizleri kızdırmaya çalışıyorlardı. Aramızda 150-200 metre kadar mesafe vardı. Biz de onlara cevap veriyorduk. Erlere ise dokunaklı laflarla tesir etmeye çalışıyor, faşist subayların emriyle hareket etmemelerini telkin ediyorlardı. Bekleme devresi başlamıştı.”*
ÖNCE MAHİR’İ VURDULAR
Evi kuşatanların İngilizleri görmek istemeleri üzerine İngilizler pencereden gösterilip, konuşturuldu. Saat 13.00 olduğunda evdekiler radyodan kuşatıldıkları haberini dinlediler. Saat 14.00 sıralarında megafonla evdekilere yeni bir çağrı yapıldı: “İçinizden biri dışarı çıksın, yani çatı katından baksın, konuşacağız.” (...)
Söz yeniden Ertuğrul Kürkçü de… Kürkçü, 1979’da Niğde Cezaevi’nde Uğur Mumcu’ya, Mahir Çayan’ın öldürüldüğü an’ı şöyle anlatır:
“İlk ben çıktığım için sabah, daha sonra da Mahir ‘Sen çık şunlarla konuş’ dedi. Ben çıktım, arkadan da Mahir, Cihan, Saffet çıktılar yukarıya… Evin çatısı var, topraktan, kiremit çatı, oradan merdivenle çıkılıyor, tek katlı bir ev. (…)
“Birlikler mevzilerine girmeye başladılar, makineli tüfek yuvalarının arkasına girmeye başladılar ve bizimle konuşmak isteyen adamlar geri geri gitmeye başladılar. ‘Ne oluyor?’ deyip, biz bir ölçüde geri çekildiğimiz zaman dört bir yanımızdan makineli tüfeklerle eve ateş açıldı. Önceden iki üç arkadaş kendini aşağıya attı. Ben onların arkasından, en arkada Mahir kalmıştı. Baş aşağı düştüm. Merdivenlerden yuvarlandım. Toparlanıp, doğrulmaya çalışırken yukarıdan kanlar boşalıyordu. Tam deliğin ağzına Mahir’in kolu sarkmış, kafası da kısmen sarkmış ve kanlar akıyordu, ben fırladım…
“Bir iki el bombası attım dışarıya. Makineli tüfek ateşi sürekli devam ediyordu. Fakat bir şey göremiyorsun, zaten. Ayrıca tesir sahası dışına çıkmışlardı. Bir şey kestirmek mümkün değil. Ve Mahir’i indiremedim.”*
Mahir’in vurulmasının ardından İngilizler, aşağıdakiler tarafından öldürülür. Açılan ateş sonucu Ömer Ayna sol gözünü kaybeder. Ağır yaralıdır. Cihan Alptekin ise karnından yaralanmıştır. Evin içindekiler sahanlıkta toplanırlar ve ‘U’ şeklinde savunma pozisyonuna geçerler.
‘BU BENİM OĞLUM DEĞİL’
Roketatarların yanı sıra havan atışı da başlar. Evin girişini tutanların bulunduğu yerde büyük bir patlama olur. El bombalarının pimini çekip, kapıdan girecekleri bekleyenlerin üzerine düşen bombayla birlikte peş peşe patlar el bombaları… Evdekilerin büyük bir bölümü ölmüştür. Ertuğrul Kürkçü, savunmakta olduğu samanlıktan içeri girerek samanların arasına saklanır. Bir süre sonra ateş kesilir. Eve gelenler ateş ederek içeriye girerler. Yaralı olan Saffet Alp öldürülür. Muhtar Emrullah Arslan, evde 13 kişinin olduğunu söylemiştir. On devrimci ve üç İngiliz ile birlikte sayı tutmaktadır. Hava kararmaktadır. Ölenlerin cansız bedenlerini alarak, köyü terk ederler…
Ertesi gün, Ertuğrul Kürkçü’nün babası Enver Kürkçü yanında bir tabutla birlikte Kızıldere’ye gelir. Enver Kürkçü’nün, başı tanınmayacak durumda olan Nihat Yılmaz’ın cansız bedeninin “oğluna ait olmadığını” iddia etmesi üzerine tekrar eve gidilir ve yapılan arama sonucunda Ertuğrul Kürkçü yakalanır…
Kızıldere’de sabahın ilk ışıklarıyla başlayan ‘operasyon’, akşam karanlığı basarken sona erer. Mahir Çayan, Sinan Kâzım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy, Cihan Alptekin, Ömer Ayna ile Charles Turner, Gordon Banner ve John Law ölmüştür. Güvenlik kuvvetlerinden ise bir er yaralıdır.
DENIZLERI KURTARMAK IÇIN...
Mahir Çayan ve dokuz arkadaşını Kızıldere’ye kadar getiren neden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan’ın idamlarını engellemektir. ON’ları Kızıldere’ye getiren olayların nasıl geliştiğini ‘Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nden aktaralım:
“İstanbul’da Ulaş Bardakçı’nın öldürülmesi ve Ziya Yılmaz’ın ağır yaralı olarak yakalanması, Orhan Savaşçı ve arkadaşlarının tutuklanması, ardından Koray Doğan’ın öldürülmesi ve Oğuzhan Müftüoğlu’nun da tutuklanması üzerine, tasarlanan birkaç umutsuzca çıkışın ve Ankara’da ya da başka bir büyük kentte barınma olanağının olmadığının görülmesi üzerine asıl örgütlenmeden geriye kalan iki kişi Mahir Çayan ve Ertuğrul Kürkçü, THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile birlikte, THKP-C’nin Doğu Karadeniz’deki kitle çalışmalarından edindiği ilişkiler alanına geçmek üzere yollarda yapılan sıkı aramalardan kurtulabilmek için makarna yüklü bir kamyonun yükleri arasına gizlenerek Fatsa’nın Yapraklı köyünde Ahmet Atasoy’un bir akrabasının evine yerleştirildiler. (…)
26 Mart 1972 sabaha karşı devlet güçleri, kalabalık komando birliği, özel görevliler ve polis birlikleri ile Ankara’da elde ettikleri bilgileri değerlendirerek Ünye’deki bağlantı noktalarını ele geçirmek ve ardından aranmakta olan THKP-C ve THKO üyelerini yakalamak üzere Fatsa’yı abluka altına aldılar. Daha sonra 1979’da Fatsa Belediye Başkanı olan terzi Fikri Sönmez ve çırağını gözaltına alan devlet güçlerinin kendi yerlerini öğrenmek üzere onları işkence altında sorgulamakta olduğunu öğrenen grup iki seçenekle karşı karşıya kaldı; ya İngiliz görevlileri de yanlarına alarak Ünye’den ayrılacak ve arkadaşları Sinan Kâzım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Saffet Alp ve Ömer Ayna’nın bulunduğu Kızıldere köyüne ulaşacaklardı ya da etkili herhangi bir eylemde bulunma olasılığı bulunmayan bu köye kendi başlarına gitmenin yolunu bulacaklardı. Aralarında yaptıkları tartışmada birinci seçeneğin uygulanması kararlaştırıldı. (…)
Yapılan keşifte İngilizlerin arabasının yerinde durduğu belirlendi ve eylem gerçekleştirildi. Üç İngiliz görevli alındı. Geride kalanlar bağlanarak hareket edemez hale getirildi ve Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy ve Nihat Yılmaz, Kızıldere köyüne doğru İngilizlerin aracıyla yola çıktılar.
Kızıldere köyüne tırmanan toprak yolun başında Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz’dan ayrılan grup, rehinelerle birlikte arkadaşlarıyla birleşmeye giderlerken Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz da aracı uygun bulacakları uzak bir yerde terk ederek Ankara ya da İstanbul’a gitmekle görevlendirildiler.”*
NATO’ya bağlı Ünye Radar Üssü’nden kaçırılan İngilizlere karşılık Denizlerin idamlarının durdurulmasını istediler. İstekleri üç maddeden ibaretti:
1. İnfazlar derhal duracak.
2. Hiçbir yurtsever ve devrimci asılmayacak.
3. En çok 48 saat içerisinde bu konuda Türkiye radyolarından infazların durdurulduğu hakkında yayın yapılması şarttır.
29 Mart 1972 günü ON’ları Niksar’a getiren kişinin yakalanması üzerine, İstanbul’a dönmeyi güvenli bulmayıp, Kızıldere’ye dönen Nihat Yılmaz ve Ertan Saruhan ile diğer devrimcilerin bulunduğu ev tespit edildi. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını engellemek için yapılan eylem başarısız olmuş, on devrimci Kızıldere’de öldürülmüştü.
YARGISIZ INFAZIN ITIRAFI
Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan, Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972’de Ankara’da idam edildi. Kızıldere katliamından geriye bazı soru işaretleri kaldı. “Yetkililer” olayın çatışma olduğunu iddia ettiler, etmekteler. Ancak yıllar sonra yayınlanan dönemin başbakanı Nihat Erim’in günlüklerine yazdığı: “Akşam saat 18’de Tağmaç telefon etti. Hepsi ölü olarak ele geçmiş. Saat 16.30’da nasihatin etkisi olmadığını ve devamlı bomba ve silah attıklarını görünce, jandarma da ateş açmış. Eve sokulup girmişler, İngilizleri ölü bulmuşlar, ötekilerden sağ kalanları öldürmüşler” ifadesi eğer dizgi yanlışı yoksa ve eğer Erim’in kalemi sürçmemişse –ki günlüklerin hiçbir yerinde kuşkulu bir cümle yok– bu bir itiraftır.
Kaldı ki, dönemin İçişleri Bakanı Ferit Kubat’ın Meclis’te yaptığı konuşmadaki sözleri de bu ifadeyi doğrulamaktadır: “Çetin bir mücadele sonunda çelik yelekli ekip, hepsini ölü olarak ele geçirmiştir. Son bir anarşist ‘teslim oldum’ demiş ve o anlık gafletten istifade silahını ateşleme fırsatını bulmuşsa da kurşun, çelik yelekte kalmış, çelik yeleği geçmemiş ve mukabil ateşte de öldürülmüştür.”
Geçen yıl, Kızıldere Katliamı’nın 35. yılında 78’liler Girişimi ile Saffet Alp’in kız kardeşi Fikret Karacan, Saffet Alp’in “yargısız infazla öldürüldüğü” iddia ederek, İçişleri Bakanlığı’na “yargısız infazda rol alanların kimliklerinin açıklanması” talebiyle başvurdular. Kızıldere katliamının 36. yılında “failler” hâlâ meçhul…
*BirGün 30 Mart 2008
***
Mahir Çayan
1946 Samsun doğumlu. Tıp Fakültesi’nde Hukuk Fakültesi’nde ve SBF’de öğrenim gördü.1966’da SBF Fikir Kulübü Başkanı seçildi. Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun (FKF) Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu’na (DEV-GENÇ) dönüştüğü, 9-10 Ekim 1969 tarihli kurultayda yaptığı uzun konuşmayla dikkatleri çekti. ‘Türk Solu’ ve ‘Kurtuluş’ dergilerinde çeşitli yazıları yayımlandı. (Bu yazılar, 1979’da ‘Bütün Yazılar’ adıyla yayımlandı. 1971’de İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom’un rehin alınması eylemini planladı ve uyguladı. 29 Mayıs 1971’de İstanbul Maltepe’de bir evde, yoldaşı Hüseyin Cevahir ile birlikte devlet güçlerince kuşatıldı. Evin kızı Sibel Erkan rehin alındı. 52 saat süren kuşatma sonrasında Mahir yaralı, Cevahir ölü olarak ele geçirildi. Bir süre hastanede yattıktan sonra, hakkında TCK 146’dan dava açıldı. Dava sürecinde 29 Kasım 1971 günü, Maltepe Askeri Ceza ve Tutukevi’nden firar etti. 26 Mart 1972’de yoldaşlarıyla, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilmelerini önlemek için, Ünye’de bulunan radar üssünde görevli üç İngiliz teknisyeni kaçırdı. 30 Mart 1972’de Kızıldere’de yoldaşlarıyla birlikte katledildi.
Ertan Saruhan
1942 Fatsa doğumlu. Karadeniz bölgesinde TİP örgütlenmesinde görev aldı. Köylü direnişleri ve fındık mitinglerinde önder rol oynadı. Bölgede THKP-C adına önemli görevler üstlendi. THKP-C’nin Karadeniz kırsal alanına geçişinin altyapısını hazırladı. Ünye’de üç İngiliz’in kaçırılma eylemine katıldı. 30 Mart 1972’de Kızıldere’de yoldaşlarıyla birlikte katledildi.
Nihat Yılmaz
THKP-C’nin önder kadrolarından. Alınan karar uyarınca bir grup arkadaşıyla Karadeniz kırsalına geçti. Ünye’de üç İngiliz teknisyenin kaçırılması eylemine katıldı. 30 Mart 1972’de Kızıldere’de yoldaşlarıyla birlikte katledildi.
Ömer Ayna
1952 Diyarbakır, Dicle doğumlu. THKO kurucularından ve önemli kadrolarından, THKO’nun İstanbul eylem grubu içinde yer aldı. Gaziosmanpaşa İş Bankası ve Unkapanı Ziraat Bankası soygunlarına katıldı. Unkapanı soygunundan sonra yakalandı. 1971’de Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ulaş Bardakçı ve Ziya Yılmaz ile birlikte Maltepe Askeri Cezaevi’nden firar etti. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarını önlemek amacıyla THKP-C’nin ve THKO’nun aldıkları ortak eylem kararı uyarınca Karadeniz kırsal alanına geçti. 30 Mart 1972’de Kızıldere’de yoldaşlarıyla birlikte katledildi.
Hüdai Arıkan
1946 Denizli Çivril doğumlu. Devrimci fikirlerle askeri okulda tanıştı. Teğmen rütbesindeyken THKP-C içinde çalışmaya başladı. THKP-C’nin önder kadroları arasında yer aldı. El-Fetih kamplarında eğitim gördü. THKP-C’nin ilk eylemi sayılan Ziraat Bankası Küçükesat şubesi soygununa katıldı. Partisinin aldığı karar uyarınca Karadeniz kırsalına geçti. Üç İngiliz teknisyenin kaçırılması eyleminde bulundu. 30 Mart 1972’de Kızıldere’de yoldaşlarıyla birlikte katledildi.
Ahmet Atasoy
1946 Ordu Ünye doğumlu. Karadeniz köylü direnişleri sırasında devrimci fikirlerle tanıştı. DEV-GENÇ’lilerle birlikte köylü mitinglerini ve direnişlerini örgütledi. THKP-C’nin bölgedeki en önemli yerel ilişkisiydi. Kırsal alanda mücadele başlatma kararı alan Mahir Çayan ve arkadaşlarını Fatsa’da bir akrabasının yanına yerleştirdi. Üç İngiliz teknisyenin Ünye’deki radar Üssü’nden kaçırılmasının ardından 30 Mart 1972’de Kızıldere’de yoldaşlarıyla birlikte katledildi.
Cihan Alptekin
1947 Rize, Ardeşen doğumlu. 68 Kuşağı’nın aktif öğrenci liderlerinden.İstanbul’da düzenen anti-empeyalist gösterilerin örgütleyicisi ve katılımcısı. Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB) yönetiminde yer aldı. Bu dönemde defalarca tutuklandı. DEV-GENÇ İstanbul Bölge Sekreterliği yaptı. Gençlik içindeki tartışmalarda Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yanında saf tuttu.
Temmuz 1969'da Filistin'e giderek El-Fetih kamplarında diğer arkadaşlarıyla birlikte askeri eğitim aldı. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nu (THKO) kuran çekirdek kadronun içerisinde yer aldı. THKO’nun İstanbul Eylem Grubu’nu kurdu. THKO üzerindeki baskıların artması üzerine İstanbul dışına çıkmaya çalışırken yakalandı.
30 Kasım 1971’de Mahir Çayan, Ömer Ayna, Ziya Yılmaz ve Ulaş Bardakçı ile birlikte Maltepe Askeri Cezaevi’nden firar etti. Alınan karar gereğince Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarını engellemek için Karadeniz’e geçti. Ünye’deki Radar Üssü’nden üç İngiliz’in kaçırılmasında görev aldı. 30 Mart 1972’de Kızıldere’de yoldaşlarıyla birlikte katledildi.
Sinan Kazım Özüdoğru
1949 Sivas Şarkışla doğumlu. Sosyal Hizmetler Akademisi öğrencisi. 68 Kuşağı gençliğinin tanınmış ve sevilen simalarından. DEV-GENÇ’in son kurultayında Genel Sekreterliğe seçildi. Gençlik içindeki tartışmalarda Mahir Çayan’ın görüşlerinden yana tavır aldı. THKP-C’nin kuruluşuna katkı sağladı; önemli militanları arasında yer aldı. Partisinin aldığı karar uyarınca bir grup arkadaşıyla Karadeniz kırsalına geçti. 30 Mart 1972’de Kızıldere’de yoldaşlarıyla birlikte katledildi.30 Kasım 1971’de Mahir Çayan, Ömer Ayna, Ziya Yılmaz ve Ulaş Bardakçı ile birlikte Maltepe Askeri Cezaevi’nden firar etti. Alınan karar gereğince Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarını engellemek için Karadeniz’e geçti. Ünye’deki Radar Üssü’nden üç İngiliz’in kaçırılmasında görev aldı. 30 Mart 1972’de Kızıldere’de yoldaşlarıyla birlikte katledildi.
Sabahattin Kurt
1949 Van doğumlu. Ankara'da devrimci gençlik hareketi içinde yer aldı, militan yönleriyle ön plana çıktı. 30 Mart 1972’de Kızıldere’de yoldaşlarıyla birlikte katledildi.
Saffet Alp
1949 Kayseri doğumlu. Devrimci düşüncelerle Hava Harp Okulu’nda tanıştı. Askeri öğrencilerin de yer aldığı anti-emperyalist gösterilere katıldı. Bir süre sonra orduyla ilişkisini kesti. THKP-C’nin kuruluşuna katkıda bulundu. Partinin önde gelen militanlarının arasında yer aldı. Partisinin aldığı karar uyarınca arkadaşlarıyla Fatsa’ya geçti. 30 Mart 1972’de Kızıldere’de yoldaşlarıyla birlikte katledildi.
***
Devrim yolu sarptır engebelidir
ERTUĞRUL KÜRKÇÜ
36 yıldan söz ediyoruz. 36 yıl boyunca, eğer yakın tarihe göz atacak olursak sistemin ne kadar direngen ve esnek olabildiğini görebiliriz. Burada en önemli şey kitlelerin zihninde var olan sistemin yıkılmazlığına duyulan derin güven ya da yıkıldığında kendilerinin de dünyalarının çökeceğine dair mistik inanç. Bununla başa çıkmaksızın girişilecek her şey yalıtık ya da kısmi kalmaya mahkûm gibi.
Ama öte yandan öbür kutupta da herkesin içinde kendine ait bir ‘komünizm projesi’ var: Eşitlik ve adalet arayışının içinde gerçekleşeceği hayali bir ülkesi var herkesin. Siyaset bence bu hayalin sistematik, herkes için kabul edilebilir, ortaklaştırılabilir bir projeye döndürülmesi demek. Bu önemli. Ezbere programların işe yaramadığını görüyorum. Önemli olan emekçiler ve yoksullarla birlikte çalışarak, birlikte deneyerek bu hayalden bir program çıkarmak.
Ben en başta ezberden söylediğimiz “devrim yolu engebelidir, dolambaçlıdır, sarptır…” saptamasının hakikatte tam da böyle olduğunu sınadığım 40 yıl geçirdim. Bir dağın tepesine çıkmak için kimi zaman olduğunuz yerden ters yöne, aşağı doğru yürüyerek yeni yollar bulmak gerekebiliyor.
***
İtiraf etmekte yarar var...
İLKAY DEMİR
On yıllardır Kızıldere, genç arkadaşlar için direnmeyi ve umudu temsil ediyor. Hangi görüşten, hangi eylemden, nerede olurlarsa olsunlar, gözlerim dolarak sevgiyle izliyorum onları. Haklılar, Mahirler, Denizler ölmediler. Haksızlığa başkaldıran her bireyde yaşıyorlar. Direnmeyi ve umudu temsil ediyorlar...Ama geride kalan bizler için bir başka boyutu da var o günlerin; Mahirleri Maltepe cezaevinden, İstanbul’dan, Ankara’dan, Fatsa’dan, Kızıldere’den uğurlayan bizler on yıllardır her gittiğimiz yerde bize eşlik eden derin bir hüzünle yaşıyoruz.
Bu, böyle de sürecek; altmış yaşımıza geldik, itiraf etmekte yarar var, geride kalmak kolay değil…
***
Devrimcileri ölümsüzleştiren fikirleridir
OĞUZHAN MÜTFÜOĞLU
Kızıldere katliamı sol açısından bir dönemin sonu oldu; bir dönüm noktası. Bazen 68 ve 78 kuşakları arasında kıyaslamalar yapılır; 68’in masumiyetinin 78’de olmadığı gibi...
Aslında bir bakıma doğrudur bu. Çünkü, sonraki kuşak, 70’li yılların gençliği, dönüp baktığında Denizler’in idamıydı arkasında gördüğü, Kızıldere’ydi. İster istemez, egemen sınıfların politikalarının Türkiye’yi bir iç savaşa sürüklediği koşullarda o geçmişle bağıntılı olarak şekillendi yeni dönem.
Devrimcileri ölümsüzleştiren kahramanlıkları kadar fikirleridir de. Onları öldürdüler ama daha on yıl geçmeden fikirlerinin yüzbinlerin ellerindeki yumruklu yıldızlarla bayraklaşmasını önleyemediler.
Bu da yüzlerce, binlerce isimsiz kahramanın yer aldığı yeni dönemin, yetmişsekizlilerin hikâyesidir.
65-71 yıllarında gelişen devrimci hareketlerin hemen hemen bütün kurucu kadrosunun ortadan kalkması geleneğin bütünlüğünün ve devamlılığının sağlanmasını zorlaştıran bir sonuç doğurdu.
Orduya ilişkin olanı hariç bütün temel görüşleri sürekli değişen D. Perinçek’in PDA’sı (tek tek ayrılan ‘hainleri’ dışında) bütünlüğünü sürdürebilirken, “Münirler’in” “Yusuflar’ın” hayaleti sanki devrimci geleneklerin peşinden hiç ayrılmıyor gibi…
O büyük devrimci geçmişe rağmen, devrimci geleneğin bugün yaşadığı etkisizliğin nedenlerinden biri, belki de cevabı içinde bu şifrede saklıdır.
***
ON'lar sosyalizmin insancıl yüzüdür
TESLİM TÖRE
Kızıldere eylemini planlayan ölümsüzler, 20’nci yüzyıl devrim önderlerinin yaptıkları gibi parti, örgüt ve iktidarı amaçlaştıran değil, insanı, insani değerleri, amaçlaştıran bir eylemi hayata geçirdiler. Başka bir ifadeyle, bilimsel sosyalizmi ve Marksist materyalizmi gerçek özünü güncelleştirdiler. Çünkü onca insan güzeli insan, amaç haline getirdikleri bir örgütü, partiyi ve bir liderin iktidarını korumak için kendi hayatlarını riske atmadılar. O insan güzeli insanlar, insanlık tarihi ve insani değerler toplamının, Marksist materyalizmin ve bilimsel sosyalizmin öznesi olan insanı kurtarmak ve solcular arası birliği yaratıp güçlendirmek için kendi hayatlarını koydular.
İşte bu amaç, sosyalistleri diğer amaç sahiplerinden ayıran temel bir ayraç ve önemli bir fenomendir. Ama, o dönemin dünya devrim sürecinin öncüleri bu tarihsel olaydan herhangi bir sonuç çıkartamadı. Bilimsel sosyalizm ve Marksist materyalizm adına aracı amaç haline getirerek, işitmek istemeyenler kadar sağır, görmek istemeyenler kadar kör olmuşlardı.
Kendimi başa koyarak söylüyorum… Biz Türkiyeli solcular, sosyalistler, küçücük bir dükkancık liderliği sevdasına, nedensiz ideolojik ayrılıklar yaratıp, amipler gibi bölünüp fraksiyonculuğa esir düştüğümüz için, Kızıldere ölümsüzlerinin beynimize bir çivi gibi çakılan bu sosyalist kişiliği rayına oturtan eyleminden olumlu hiçbir ders çıkartamadık.
(Kaynak: BİRGÜN)