14 Ocak 2009 Çarşamba

‘YEDİ TEPELİ AŞK’ VESİLESİYLE SANSÜR VE ÖZGÜRLÜKLER ÜZERİNE...


“Eleştiriler 3 Ekim günü Milliyet gazetesinde yer alan haberden sonra gelmeye başladı. Çünkü oradaki ifadelerde oyunumuz yanlış aksettirilmişti. Bahsedildiği gibi hiçbir kesimi incitecek bir şey yapmış değiliz. Bahsedilen namusunu kaybetmiş bir kız değil, namus kavramını sorgulayan bir kızdı. Bize ve oyunumuza söylenen ‘faşizanca’ kelimesini hakaret olarak algılıyorum. Oyunumuzun bu şekilde yanlış aksettirilmesinden de, oyunumuza ara verilmesinden de son derece rahatsızım”
Seray Şahiner...


Zahit Atam
11 Ocak 2009


İstanbul Şehir Tiyatroları beş kadın yazarın öykülerinden İstanbul’u ve aşkı kadın bakış açısıyla anlatan bir oyun sergilemeye karar verdi. Neziha Meriç, Ayşe Kilimci, Nevra Bucak, Seray Şahiner ve Evrim Yağbasan’ın öyküleri seçildi, Mayıs ayında ilk kez sergilendi, başarılı bulundu, Seray’ın bir öyküsü daha eklenerek genişletildi ve Ekim ayından itibaren sahneleniyordu. İzleyicilerin eleştirilerini yazdıkları defterde birkaç eleştiri yapıldı, ancak genelde beğeni görmüştü. Ardından olaylar büyüdü ve oyun gösterimden kaldırıldı. Tepkiler basında denildiği gibi Alevi kesimden değil de AKP kadın kollarından gelmişti, olay Topbaş’ın danışmanı ve ‘kim beş yüz milyar ister’ ile tanınan Kenan Işık’ın açıklamaları ile yeni bir boyut kazandı.
Aslında AKP’nin sanatçılarla ilişkilerine sadece yeni bir örnekti. Çünkü böylesi her durumda AKP’liler bir yandan ortamı gererken gerçekleri çarpıtıyor, öte yandan süreçten oy kazanma histerisine kapılıyordu. İsteyen Altın Kum örneğini alsın, isteyen Latife Tekin… Süreç basına çok ilginç şekillerde yansıdığı için özellikle tiyatro ve yazarlar açısından yaklaşmakta büyük fayda var. Çünkü artık basında böylesi tartışmalar yansırken bütün AKP’lilerin sonsuz söz hakkı, karşılarındakinin ise eciş bücüş savunma hakları oluyor; yeni dönem, yeni dengeler, kısacası iktidar işte…

Nijat Özön’ün 1940’lı yıllardaki bir anısı durumu açıklamaya yardımcı olabilir:
Özön, gençlik yıllarında bir vesileyle Matbuat Umum Müdürlüğü’nde Selahattin Bey diye bir bürokrata gitmiş. Loş bir odada masasının başında Selahattin Bey, Özön’e çeşitli sorular sormuş, bu sırada odadakilere Özön bir anlam verememiş: “Dikkatimi en çok masası çekiyordu. Üç tarafı üst üste yığılmış kitaplarla doluydu. Önünde açık bir kitap vardı. Öğle olmasına karşın, bir masa lambası yanıyordu. Sağda ve ortada gelişigüzel kümelenmiş olan kitaplar, sol tarafta iki kümeye ayrılmıştı. Biraz dikkatli bakınca bunlardan bir kümenin öbüründen ayrı olarak kırmızı renkli kalemle işaretlenmiş olduğu görülüyordu. Bu kümedeki kitapların üzerinde ‘X’ imi vardı, öbüründeki kitaplarda herhangi bir im yoktu… Köşeli, kalın, yarısı kırmızı yarısı mavi beylik kalem duruyordu. En önemlisi, kitapların hepsinin de basılı piyesler olduğu anlaşılıyordu, gördüklerimi anlayamadım ve akşam babama sordum. “O sansürcüdür.” “Sansürcü mü? O da nesi?” “Bir piyesi sahneye koymak istediklerinde, uygun olup olmadığına o karar verir.” “Ama oradakiler basılan, satılmış piyesler. Bizde de var.” “Oğulcuğum piyesi bastırmak serbest, ama sahneye koymak izne tâbidir.”

Yukarıdaki durum tam da günümüzde Şehir Tiyatroları’nda gerçekleşti. Aradan geçen en az altmış yıldan sonra; birincisi trajik durumdu, bu kez trajikomik bir şekilde…

Tartışmanın ön cephesinde Seray Şahiner’in (d. 1984) ‘Gelin Başı’ öyküsü olduğu için buradan başlayalım. Öyküleri İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi iken 2005 yılında yazmış, 2006 yılında Varlık Dergisi’nin öykü yarışmasına başvurmuş, orada “dikkate değer” bulunmuş. Can Yayınları ilk kez 2007 Mayısı’nda ‘Gelin Başı’ adıyla yayımladı, Ekimi’nde ikinci baskıyı yaptı. Öyküleri başarılıydı, bu nedenle çeşitli gazetelerde kendisiyle söyleşiler yapıldı. İlk kez İBŞT’nin düzenlediği ‘Genç Günler’ etkinliği kapsamında tiyatroya uyarlandı ve alkışladı. İki öyküsünden yola çıkılmıştı (‘Yedi Ağlı Don’ ve ‘İlk Öpüşte Aşk’), daha sonra ise bunlara ‘Gelin Başı’ da eklenmiş olarak diğer yazarlardan yapılan uyarlamayla birlikte ‘Yedi Tepeli Aşk’ adıyla Ekim ayından itibaren sergilendi. İlgi görmeye devam etti.

Daha sonra başta AKP kadın kollarından kadınların tepkileri olmak üzere, özellikle kadın ve cinsellik konusunda, kadınların iç dünyası üzerinde, dahası kadının toplumsal yaşamdaki rolü denilince yasaklarla oluşmuş kısıtlayıcı bir namus anlayışıyla söze başlayan kesimlerden birkaç eleştiri geldi. Buraya kadar hiçbir Alevi kuruluşundan ve Alevi’den tepki gelmemişti. 3 Ocak’ta ise Milliyet gazetesinde Kenan Işık’ın açıklamaları geldi. Ardından ise buna dayanan yüzlerce internet sitesi ve diğer gazetelerin yazıları.

“Tüm zamanların en büyük anti-faşisti, azınlıkların haklarına insanlık tarihindeki en duyarlı insan, karısıyla bile konuşurken cinsellik konularında utangaç, sanata hizmetlerini Topbaş’a danışmanlık yaparak sürdüren, binlerce insana milyarlarca lira dağıtacak kadar eli açık” Kenan Işık olaya müdahale etmişti;

“Şikâyetlerin kendisine de ulaştığını söyleyen… Kadir Topbaş’ın Sanat Danışmanı Kenan Işık, şöyle konuştu: “Oyunlara müdahale etme yetkimiz yok, sanat yönetmeninin inisiyatifinde. Durumu genel sanat yönetmenine bildirdim. Oyunu izledim. Oyunu faşizanca, itici, belli kesimleri rencide edici buldum. Müstehcenlik de var. Karımla bile konuşamayacağım kadar açık konuşuluyor. Alevi bir arkadaşımla izlesem sıkılır, utanır ve kendimi savunamam. İncinirler. Her genç kız bakire olmadan evlenebilir, endişeler duyabilir. Burada karakterin ille de Alevi olmasının vurgulanması gerekmiyor. Hikâyenin sonu ‘İktidarsız çıksa da anlamasa’ sözüyle bitiyor. Yani buradan Sivaslı ve Alevi olmasını çıkar, hikâyede hiçbir şey değişmez.”

Seray Şahiner bir Alevi, öyküde ise faşizmle, alevi düşmanlığıyla, bir azınlık grubunu incitecek tavırla, müstehcenlikle, iticilikle nitelenebilecek tek bir cümle bile yok. Oyuna sonradan eklenen bir şey yok, aksine kısaltmalar var. Dolayısıyla Işık Bey’in ışığı üzerimizden eksik olmasın ama, Alevilerden de bir tepki yok, aksine kendilerinin örgütledikleri ve kamuoyu oluşturmak için kullandıkları, kadınların iç dünyasını ele alan öyküler bizzat AKP’li zevatın düşüncelerine uymadığı için kaşınmış ve olay haline getirilmiş. Bunu yaparken ise demokrat pozlarına bürünme, gerektiğinde yalan söyleme, aşırı yorum bile değil aşırı çarpıtma var, aynı zamanda hedef gösterme var…

Sonuç olarak 1960’ların başında “Brecht oynanıyor” diye yakılan tiyatrolarımız sürecine 1978’de bombalanan tiyatrolarımız eklenmişti, şimdi ise bizzat tiyatro sanatçıları ürktüğü için, tiyatro dünyası sürece olabildiğince az müdahil olduğu için, gerçekler ortaya çıkmamış ve oyunun sahnelenmesi engellenmiştir.

Seray Şahiner’in yanıtı ise çok açıklayıcı: “Gelin Başı adlı öykü kitabımdaki üç öyküm Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen ‘Yedi Tepeli Aşk’ oyunu için sahneye uyarlandı. Nevra Bucak, Ayşe Kilimci, Nezihe Meriç, Evrim Yağbasan ve benim öykülerimden oluşan oyun, İstanbul’da yaşanan bir kadın panoraması niteliğindeydi. Son günlerdeki iddialara konu olan ‘Gelin Başı’ isimli öyküm sebebiyle ekipçe hak etmediğimiz suçlamalarla karşılaştık. Alevilik benim ayrıksı bulduğum, ‘öteki’ kavramı içinde ele aldığım bir konu değildi, aksine içinden geldiğim bir kültür olduğundan dolayı bu öyküyü yazarken, bu mezhepten, her mezhepten bahsederken olması gereken doğallıkta ve saygıyla bahsettim. Oyunun sahnelendiği süre boyunca da bu öyküyle ilgili bir eleştiri almadım. Bana telefon açılıp bu sözün kaldırılması düşünüldüğü söylendiğinde bunu temsil hakkına zarar verecek bir durum olarak gördüğümden, kelimenin çıkarılmasına karşı çıktım…"

(Kaynak: BİRGün)