(Fotoğraf kaynağı: Taraf, "Vatan Yahut Vartovyan")
Sürmekte Olan Sansür Tartışması ve Esatoğlu’nun Tiyatro Yapma Hakkı Üzerine
Fırat Güllü
14 Ocak 2009
Geçtiğimiz günler boyunca İATP-G sitesini izleyenler garip bir sansür tartışmasına tanıklık ettiler. Aslında her şey 13. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali’nde düzenlenen "Tiyatroların Örgütlenmesi-2” başlıklı panel vesilesiyle gündeme gelmişti. Takip edenler hatırlayacaktır, panele Amatör Tiyatrolar Birliği (ATB) adına konuşmacı olarak davet edilen Özgür Tiyatro Genel Sanat Yönetmeni Özgür Başkaya Talat S. Halman’a verilen “Emek Ödülü” nedeniyle etkinliğe katılmayacağını açıklamış ve Festival Komitesi nezdinde TAKSAV’ı 12 Mart hükümetine bakanlık yapan birisine ödül vermekle suçlamıştı. Yine hatırlanacağı gibi festival komitesi demokratik bir olgunluk göstermiş ve kendi organize ettiği festival kapsamında konunun tartışmaya açılmasına müsaade etmişti. İşte bu toplantı sırasında Yenikapı Tiyatrosu yönetmeni ve Türkiye Tiyatrolar Birliği (TTB) eski sözcüsü Orçun Masatçı 3. Aydın Tiyatro-Drama Günleri sırasında yaşanan bir olayı gündemine getirmişti: Palto adlı oyunun başvurusu, oyun sonunda söylenen Enternasyonel Marşı gerekçe gösterilerek festival kapsamına dâhil edilmemişti. Panel metnini okuyanların fark edeceği gibi bu olay, söz konusu festivalin organizasyon komitesindeki Özgür Başkaya’nın protestocu tavrının samimiyetini tartışmaya açmak amacıyla gündeme getirilmişti.
Sonuçta bu konu uzun süredir İATP-G sitesinin gündeminde olduğundan olayın ayrıntılarına zaten diğer yazılar üzerinden ulaşmak mümkün. Benim burada öncelikle üzerinde durmak istediğim konu şu: Bir yıl önce gerçekleşmiş, sansür ya da engelleme olarak nitelendirilen bir olayın geniş bir kamuoyu kitlesinin gündemine sunulması için neden bir yıl beklenmişti? Hâlbuki bu tür bir gündem gerek ATB ve TTB gibi muhalif tiyatro örgütlenmeleri oluşturmaya çalışan yapılar, gerekse alternatif olma iddiasındaki yerel festival organizasyonları açısından değerli bir tartışmanın yaşanmasına hizmet edebilirdi. Oysa –görebildiğimiz kadarıyla- bu tartışma dar bir grup içerisinde sıkışmış ve kamusallaşması yolunda hiçbir girişim yapılmamıştı. Bunun Türkiye’deki muhalif tiyatro çevrelerine has “kol kırılır yen içerisinde kalır” şeklinde özetleyebileceğimiz tavrın bir örneği olarak gördüğümü belirtmek isterim.
Olayın bir sansür olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği konusunda Ömer Faruk Kurhan’ın “3. Aydın Tiyatro-Drama Günleri’ne Dönük Sansür İddiası Aydınlatılmalı” başlıklı yazısında da belirtilen görüşlere büyük oranda katılmakla beraber ek bir meselenin daha tartışılmasında fayda gördüğümü belirtmek istiyorum. Sonuçta bu konu, iki muhalif tiyatro örgütü arasında kurulan hukuk açısından da tartışılmaya değer bir nitelik taşımaktadır. Aydın Tiyatro-Drama Günleri ATB üyesi bir grubun, AYKARYAY’ın öncülüğünde gerçekleştirilmekte ve bu bağlamda -anlayabildiğim kadarıyla- organizasyon komitesinde ATB üyesi gruplardan da temsilciler yer almakta. Engellenen -ya da davet edilmesinden vazgeçilen diyelim- oyun ise o sıralarda kuruluşunu yeni gerçekleştiren TTB’ye üye gruplardan birisinin oyunudur. 2007 yılında düzenlenen ilk panelin metnini incelediğinizde görebileceğiniz gibi bu iki tiyatro örgütlenmesini ortaya çıkaran gruplardan bazıları bir dönem için ATÜK çatısı altında birlikte olmuşlardı. Görebildiğimiz kadarıyla ATÜK’ün sonunu hazırlayan bir tartışma döneminin ardından ki farklı içerisinde örgütlenmeye devam etme fikri ortaya çıkmış durumda –ki yine panel metnindeki bir anekdottan yola çıkarak bu tartışmaların muhalif örgütlenmelerce yürütülen organizasyon faaliyetlerinde demokrasinin işleyişiyle ilgili olduğu tahmin edilebilir. Sonuçta ilk panel metninden anlaşıldığı üzere Aydın Tiyatro-Drama Günleri üzerine başlayan tartışma ilk olarak organizasyon komitesinin kimlerden oluştuğu, tarihlerinin ve katılım kriterlerinin nasıl belirlendiği, organizasyon komitesinde yer alan bir grubun tarih değişikliğinden haberdar edilmemesinin nasıl açıklanacağı vs… gibi başlıklar altında aslında çok daha erken bir dönemde başlamış gibi görünmektedir. Ve bir yıl sonraki toplantıda bu tartışmanın nasıl sonuçlandığı yolunda başka bir bilgiye ulaşmış olduk.
Yine vurgulamak istiyorum ki bu durumda kamuoyunu bilgilendirme konusunda ciddi bir isteksizlik söz konusudur. Bu tartışmaların -elbette ki tarafların uygun bulacağı oranda rafine edilerek- kamuoyuna sunulmasının muhalif tiyatro örgütlenmelerinin oluşturacağı ortak tartışma platformunda oluşturulacak tartışma kültürünün zenginleşmesine katkı sağlayacağını unutmamak gerekir. Bu bağlamda ATB ve TTB’nin kuruluş süreçlerinde yaşanan tartışmaları da içeren ve bu son engelleme –ya da davet edilmeme- olayını da belli bir çerçeveye oturtan kamuoyuna dönük bir bilgilendirme girişimi ortaya çıkmazsa ve bu tartışmalar tümüyle dar bir çevre içerisine hapsedilirse dedikodu mekanizmalarının önüne set çekmek mümkün olmayacaktır. Bu da muhalif olma iddiasıyla ortak paylaşım alanları oluşturmayı hedefleyen yapıların en son istediği şey olacaktır diye düşünüyorum.
* * *
Şu anda İATP-G sitesinde yürütülmekte olan ve pek çok eğitimcinin destek vermeyi sürdürdüğü “Eğitimin Yozlaştırılmasına ve Sanatta Cinsel Tacize Karşıyım” başlıklı imza kampanyası bağlamında görüştüğüm bazı kişiler İATP-G sitesinde yayınlanan Erbil Göktaş imzalı yazıda bahsedilen bir meseleyi bana hatırlatma gereği duydular: Bu mesele tartışılmaya devam ettiği süre zarfı içerisinde Esatoğlu’nun tiyatro yapma hakkını engelleyebilir miyiz? Esatoğlu’nu yakından tanıyanlar bu konudaki ilkesel tartışmaların ötesinde fiiliyatta ortaya çıkacak cevabın ne olduğunu bilirler: Hayır! Açıkçası Esatoğlu da bunu bilerek hareket etmekte, bu yüzden kamuoyuna dönük bir hesap verme girişimine girme konusunda isteksiz davranabilmektedir. Çünkü muhalif tiyatro çevrelerinin zaafları konusundaki birikimi azımsanamayacak ölçüde gelişkindir. Bir kültür merkezinden kovulduğunda bir diğerinin kapılarının kendisine açık olacağını, taciz konusunda yürütülen tartışmaların özellikle erkek yöneticilerin hegemonyasında olan kültür-sanat merkezlerinde bıyık altından gülünerek karşılanacağını ve dikkate alınmayacağını, bazılarınca dikkate alınsa bile “komplo teorileri” üreterek akıntıyı kendi yönüne doğru çevirebileceğini, bazı gruplarca sadece ücret almadan çalıştırıcılık yaptığı için bile tercih edileceğini bildiği için oldukça rahat davranmaktadır. Onu kamusal alanda teşhir etmeye dönük yaklaşımlara da bu yüzden güçlü bir direnç göstermektedir. Girip çıktığı alanlarda tiyatro örgütlerini kamplaştırıcı faaliyetlerini sürdürmekte ve yozlaştırıcı bir etki üretmekte hiçbir sakınca görmemektedir. Bu yüzden Erbil Göktaş’ın endişesini yersiz buluyorum. Muhalif tiyatro ortamının zaaflarından yararlanan Esatoğlu’nun tiyatro faaliyetlerini durdurmak bu şartlarda gerçekten zordur. Oysa eğer bu konuda güçlü bir eğilim oluşsa ve bu tartışmalı figür gündemdeki meseleyi çözüme kavuşturmadan bu çevrelerde yaşam bulamayacağına inansaydı belki de bu kadar fütursuzca davranamazdı. Tam tersine Erbil Hocam: Bu tartışma sağlıklı bir çözüme kavuşturulmamaya devam ettiği sürece Esatoğlu’nun tiyatro yapma hakkını engelleyebildiğimiz kadar engellemek zorundayız. Aksi takdirde onunla mücadele etme şansımız olmaz. Bu nedenle Eatoğlu’nun adını hiç düşünmeden etkinlik programlarına dâhil eden muhalif olma iddiasındaki örgüt ve grupların da bu tercihlerinin yol açacağı sonuçların farkında olarak hareket etmelerinde fayda vardır.
(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)