4 Ocak 2009 Pazar

Aşağıdaki TAKSAV'la ilgili yazı, harf harf, hece hece, sözcük sözcük, tümce tümce, paragraf paragraf yanıtlanacak! (Hilmi Bulunmaz)

Oyun'un notu:
1- Aşağıdaki linklerin bazılarını biz verdik. Bizim verdiğimiz linklerin yanına, parantez içerisinde, yazıya muhatap olan Hilmi Bulunmaz'ın baş harflerini (HB) koyduk.
2- Aşağıdaki sözcüklerde bulunan eksikleri giderdiğimizde, eksiği giderilmiş sözcükle birlikte, yazıya muhatap olan Hilmi Bulunmaz'ın baş harflerini (.../HB) koyduk.


Talat S. Halman’a Verilen Emek Ödülü Ve TAKSAV Tartışmaları – 2


Ömer F. Kurhan
03.01.2009


13. Ankara Tiyatro Festivali’nde Talat S. Halman’a verilen Emek Ödülü’nü tiyatro kamuoyunda tartışmaya açan Hilmi Bulunmaz, Bulunmaz Tiyatro sitesinde “TAKSAV'ın 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talat Sait Halman’a verdiği 'Emek Ödülü' nedeniyle kafa karışıklığı yaşayan Ömer F. Kurhan’a yanıt!” (HB) adlı bir yazı yayımladı. Bu yazıda beni suyu bulandırmakla, TAKSAV’ın ve festival direktörü Yener Aksu’nun avukatlığını yapmakla vs. eleştiriyor.

Bu tartışmayı izleyen bir arkadaşım, konunun teatral ve eğlenceli bir boyut kazanmaya başladığını, söz konusu tiyatronun delileri olduğunda, bir yerde bunun kaçılmaz olduğunu söyledi. Yanlış anlaşılmasın; “deli” derken beni de işin içine katıyor ve Türkiye tiyatrosunda ayrıntı içeren tartışmalar yürütmenin, hatta zaman zaman polemiklere dalmanın çok uzun zamandır delilik olarak algılandığını ima ediyordu.

Ben de, madem ki ortada hakaret olsun diye yazılmış bir yazı yok, bir ölçüde polemik biçimi de almış ödül tartışmasına bir katkı daha sunayım dedim. Burada motivasyon kaynağım kelimenin gerçek anlamında delilik değil tabii ki. Mevzunun kendisinin önemli olduğunu ve tartışılmasının akıl sağlığına gayet iyi geldiğini düşünmekteyim.

Bir önceki yazımda belirttiğim gibi diyalektik gayet iyi bir şeydir. Her ne kadar Hilmi Bulunmaz benim diyalektiğe (ve hatta agonizme) sevdamdan kuşkuya düşse de, ona vereceğim yanıt bu kuşkusunun yersiz olduğuna bir delil daha oluşturacaktır inancı taşımaktayım.

Lafı uzatmadan, tartışma konusunun ne olduğunu bir kez daha tespit edelim:

1. Halman’a verilen emek ödülü gerçekte kime verilmiştir?

2. Fetival (Festival/HB) direktörü Yener Aksu Halman hakkında yalan söylemiş midir?

Hilmi Bulunmaz’a göre, emek ödülünü alan kişi bilerek, isteyerek ve hatta mutlulukla 12 Mart faşizmine bakanlık düzeyinde hizmet etmiş birisidir. Durum buyken Yener Aksu yalan söylemiş, Halman’ı aklamak üzere, onun 1. Erim hükümetinden istifa eden bakanlar arasında olduğu açıklaması yapmıştır.

Bana göre, Halman’ın 12 Mart faşizminin gönüllü bir faşist bürokratı olduğu tespiti hayli tartışmalıdır. Hilmi Bulunmaz’ın “Aklın Yolu Bindir” "Talat Sait Halman – O günlerdeki haleti ruhiyemi söyleyeyim… Çok üzüldüm tabii. Çünkü ben daha uzun süreceğini, başladığım kimi işleri daha köklü hale getirebileceğimi, yeni birtakım projelere başlayabileceğimi ümit ediyordum. Birdenbire kesildi. Sonra çok sevdiğim arkadaşların, 11’lerin topluca ayrılması beni gerçekten üzdü. Yine de o dönem (12 Mart Faşizmi Dönemi / HB) hayatımın en renkli, en ilginç, en verimli olan dönemidir. Yeniden yaşamayı isterdim." (HB) kitabından yaptığı alıntılar ulaştığı sonucu desteklemediği gibi, Halman’ın niçin 2. Erim kabinesi kurulurken dışlandığı ve Kültür Bakanlığı’nın lağvedildiği sorusunu teğet geçmektedir.

Yener Aksu’nun yalan mı söylediği yoksa yanlış bir bilgi mi verdiği konusuna gelince, bu sorunu açıklığa kavuşturmak gayet kolaydır. Yener Aksu Halman konusuna açıklık getirmek isterken “Talat Halman da istifa edenler arasında yer alıyordu” yerine “Talat Halman 1. Erim hükümeti dağıldıktan sonra tasfiye edilmiş ve bakanlığı lağvedilmişti” dese savunması daha az mı güçlü olurdu?

Bu tip spesifik olguları ele alırken 12 Mart faşizminin geçirdiği evreleri ve 12 Mart rejiminde Halman’ın somut olarak oynadığı rolü göz ardı ederek akıl yürütmek, netleşmeyi sağlamaz. Bilgi eksiğiyle ve kestirmeden sonuca ulaşma kaygısı taşırsanız, çok doğru bir tartışma başlatıp sonrasında festivali protesto etmek gibi bir kolaycılığa sürüklenirsiniz.

12 Mart faşizmine şöyle ya da böyle bulaşmış herkes protesto edilmeyi hak eder gibi bir düşünce varsa, bunun mantıki sonucu bellidir: O zaman bir şekilde devlet kurumlarının ve kadrolarının doğrudan işin içine girdiği neredeyse her etkinlik, kurum ya da kişi protesto edilmeyi hak eder. Dolayısıyla, Ankara Festivali’nde verilen ödül bir kenara, festivalin varlık nedeni dahi sorgulanabilir.

Bu argümana açıklık getirmek için 12 Mart’tan günümüze gelmekte fayda var. Hilmi Bulunmaz’a ve diğer protestoculara şu sorulabilir: Niçin Genco Erkal’a verilmiş olan ödülü de protesto etmiyor ve geri alınmasını talep etmiyorsunuz?

Genco Erkal da nerden çıktı diye sorulabilir. Şöyle izah edeyim: Şahsen ben 12 Eylül’den beri Türkiye’nin faşist, hem de anayasal güvenceye kavuşturulmuş faşist bir rejimle yönetildiği düşüncesindeyim. Bu rejme “askeri vesayet rejimi” ya da “yarı faşizm” de diyorlar. 12 Eylül’den sonra kurulan hükümetlerin tamamının da, aslında 12 Mart’taki ara rejim hükümetleri gibi çalıştığı söylenebilir. Bilindiği üzere, şu “tiyatrolara devlet yardımı” denilen vaka da aslında bir 12 Eylül projesinin gerçekleştirilmesinden başka bir şey değildir. Amaçlanan, en başta özel tiyatroları tamamen devlete bağımlı kılmak ve bu şekilde muhalif tiyatronun manevra alanını sıfırlamaktır. Her kim ki bu vakanın bir parçası haline gelmektedir, tez elden özeleştiri verip faşizmin değirmenine su taşımaktan vazgeçmelidir. Bildiğim kadarıyla da, Genco Erkal’ın bu konuda ne bir özeleştirisi ne de tavır değişikliği vardır. Dostlar Tiyatrosu, yıllardır yüklü devlet yardımları alan özel tiyatrolardan birisidir. Dolayısıyla, daha önce ona verilmiş ödül de protesto edilmelidir.

Varmak istediğim sonuç şu: Eğer Halman’a uygulanan protesto kriterleri objektif hale getirilirse, “Protestoyu hak etmeyen kaç kişi kalır?” sorusunu sormak daha doğru olacaktır. Hilmi Bulunmaz’ın anlaşılmaz bulduğu “Mimesis dili”nden duyduğu rahatsızlık, “İyi de kardeşim ne yapacağız?” sorusunun kestirmeden yanıtlanmamasından kaynaklanıyor. Yoksa protesto etmeyenler açısından bir tavır alma sorunu yok. Örneğin, Halman’a verilen ödül konusunda nasıl bir tavır alınması gerektiği meselesi İATP-G’ye taşınmış ve orada yer alan topluluklarda protesto yönünde bir eğilim şekillenmemişti. Festivale katılan İATP-G temsilcisi de, gerek festival gerekse TAKSAV’a dönük olarak eleştiriyi aşan protesto tavrının benimsenmediğini ifade etmişti.

Bulunmaz’a göre bu tavır faşizmin değirmenine su taşımaktır. Fakat, bu yaklaşımın geliştirilmesinde “Halman gerçekte kim?” sorusunun netleştirilememiş olması kadar, Festival Komitesi’nin tavrı da belirleyicidir: “Biz yaptık oldu, beğenmeyen festivale katılmaz” dememiş, “Buyurun gelin eleştirilerinizi yapın, tartışılsın” demiştir. Üstelik, bu tartışmaya katkı sunmak üzere hem festival bütçesinden pay ayırmış ve hem de mekân (TAKSAV salonunu) tahsis etmiştir. Ben bu tavır nasıl faşizme hizmet gibi yorumlanabilir, anlayabilmiş değilim.

Sonuç olarak Halman’a verilen ödül konusunda üç tavrın oluştuğu söylenebilir:

1. Halman her ne yapmış ise yapmış, bizi kültüre sanata verdiği emek ilgilendirir.

2. Halman 12 Mart rejiminin faşist bir bakanıdır, dolayısıyla ona verilen ödül protesto edilmelidir.

3. Halman’a emek ödülünün verilmesi festival bünyesinde tartışmaya açılmalı ve eleştiri ya da tepkiler orada dile getirilmelidir.

Benim desteklediğim tavır üçüncüsüdür. Hilmi bulunmaz bu tavrın suyu bulandırma anlamına geldiğini söylüyor. Ben de diyorum ki, protesto tavrı eğer Festival Komitesi kendisini eleştiri ya da tepkilere kapalı tutsaydı anlamlı olurdu.

Hilmi Bulunmaz haklı olarak Talman hakkındaki giz perdesinin aralanmasını talep ediyor ve kendisinin ulaştığı “Aklın Yolu Bindir” kitabından yaptığı alıntıların buna yetebileceğini iddia ediyor. Ben de diyorum ki, bu retoriktir. Eğer Halman’ın gerçekten nasıl birisi olduğunu anlamak istiyorsak örneğin şu soruların yanıtlanması gerekir:

- Halman o dönemde Milliyet gazetesinde köşe yazarlığı yaparken devlet tarafından izlenmesi gereken kültür-politikası üzerine ne gibi düşünceler ortaya atmış ve 1. Erim hükümetinin Kültür Bakanlığı kurma projesi hakkında hangi tavsiyelerde bulunmuştu?

- 12 Mart muhtırası bir kafa karışıklığı yaratmış mıydı? Yoksa 1. Erim hükümeti basitçe faşist kadroların oluşturduğu bir yapıya mı sahipti?

- 1. Erim hükümetinden istifa etmediği ve Kültür Bakanlığını sürdürmek istediği halde Halman niçin Nihat Erim tarafından tasfiye edildi?

Şimdi Hilmi Bulunmaz diyecek ki, “Soracağına git araştır bunları; ben istediğimde on dakikada kaynaklara ulaşmayı başarıyorum.” Hilmi Bulunmaz’ın tuzu kuru; belge değeri verdiği ve güya Yener Aksu’nun yalancı olduğunu ispatlayan bir iki paragraf bilgiyle dünyamızı aydınlatabiliyor. Bu arada benim de hiç bilgiye ulaşamadığım söylenemez elbette. Örneğin, 12 Mart muhtırası ve 1 Erim hükümeti ile ilgili ciddi bir kafa karışıklığının yaşandığı aşağıdaki alıntılardan anlaşılabilir:

“… I. Erim hükümeti, ‘ilerici, Atatürkçü, reformist’ görünüm altında, küçük-burjuva aydın çevrelerin desteğini alarak, bu çevreleri bu zümreler üzerinde baskı unsuru olarak kullanıp, kırmaya çalışmıştır. Ve ilk dönemde, en radikal küçük-burjuva kanadının bile bu konuda desteğini almayı da başarmıştır”

Mahir Çayan, Bütün Yazılar, sayfa: 298-299, Eriş Yayınları

"Çeşitli ilerici kuruluşlar, kimi cuntacı kimi goşist MDD'ciler, 12 Mart muhtırasını ilk günlerde hararetle desteklerken, TİP ise askeri müdahalenin baskıcı uygulamalara yol açabileceği endişesinde olduğunu açıklamaktan çekinmemiş, daha sonraki günlerde de askeri yönetimce hükümeti kurmakla görevlendirilen Nihat Erim'i, hükümetini demokratik bir anlayışla kurmaya davet etmiş..." Ayrıca aynı kitabın aynı sayfasında 144 numaralı dipnotta şu var: "1 Nisan 1971 tarihli TİP MYK bildirisi şöyledir: Sayın Nİhat Erim'in siyasi tarihimizde faşist eğilimlere kapılmayan bir başbakan olarak yer almak istediğini ümit ediyoruz."

Artun Ünsal, Umuttan Yalnızlığa Türkiye İşçi Partisi 1961-1971, Tarih Vakfı Yurt yayınları, İstanbul 2002, sayfa: 279

"Sahne, Dev-Genç'ten TÖS'e kadar tüm derneklerin ortak bildirilerle 12 Mart Muhtırasını şükranla karşıladıkları, bağlılık duygularını dile getirdikleri anlatılmaz bir coşku ortamında başlar. (Cumhuriyet Gazetesi, 14-11-1971 s.1) DİSK bile "anayasa ilkelerinin uygulanmasında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yanında olduğunu" belirtmekten kıvanç duyar. Sol basın ve çoğu yazarlar derhal büyük reformlara başlanılması gereğini dile getirirler."

Ali Gevgilili, Yükseliş ve Düşüş, Bağlam Yayınları, İstanbul 1987, sayfa: 523

Sonrasında, faşizmin açık saldırıları başlayıp reform balonu patlayınca, durum değişiyor tabii ki. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: 12 Mart’ın faşizm olarak tescil edilmesi, “reform hükümeti” iddiasının çökmesiyle gerçekleşmiştir.

Bu noktada, Halman’ın reformcu mu yoksa faşist mi olduğuna karar vermek gerekiyor. Netleşmek açısından, “Araştırmaya devam” demekten başka bir şey elimden gelmiyor. Beni özellikle ilgilendiren, bir kültür insanı olarak örneğin Denizler’in idamı konusunda nasıl bir tutum geliştirdiği ya da ne düşündüğü. Bu da, sadece benim değil, ödül tartışmasının önemli olduğunu düşünen herkesin sorumluluk alanına giriyor.

Araştırmam sırasında Halman hakkında hiç mi yargım oluşmadı? Oluştu tabii ki. Örneğin Orhan Pamuk’un aldığı Nobel ödülü tartışılırken onun da bazı açıklamaları olmuştu. Edebiyat dili Türkçe bazı zaaflar içermekle birlikte Orhan Pamuk’un Nobel’i almasının hakkı olduğunu söylediği “Talat Halman: `Orhan Pamuk Nobel`i zaten kazanacaktı`” başlıklı haber şöyle devam ediyor:

“Nobel ödüllü bir edebiyatçı olarak Orhan Pamuk`u kendi kültürüne daha olumlu bir şekilde sahip çıkmaya çağıran Halman, Pamuk`un Ermeniler konusunda verdiği demece ilişkin, `O demeci vermemesi daha doğru olurdu. Ve umarım bu demeçleri tekrar yaymaya kalkmaz. Çünkü Nobel kazanmış bir yazar olarak söyleyeceği sözler daha fazla yankı yaratacaktır` dedi.” (Orhan Pamuk bu “derin” devlet tavsiyesine uyacak ve köşesine çekilecektir – ne de olsa iş öldürülmeye kadar varabilirdi.)

Halman’ın Ermeni ve Kürt meselesi hakkında yaptığı açıklamalar nedeniyle Pamuk’un karşı karşıya kaldığı faşizan tehdit kampanyalarını görmezden gelmesi ve “Uslu çocuk ol!” mesajı vermesi, kültür-sanat politikası ve anlayışı hakkında önemli bir ipucu vermektedir. Öyle ifade özgürlüğünün tavizsiz savunucusu bir entelektüelle karşı karşıya olmadığımız kesindir. Edebiyat alanında ılımlı ve bilimsel mesajlar veriyor görünmekle birlikte, devletçi ve oldukça muhafazakâr bir aydın portresi çizmektedir. 1. Erim hükümetindeki bakanlığının öngörüsüzlükten kaynaklı vahim bir hata olduğuna dair bir açıklama yapmamış olması da bunu gösteriyor. Bunun yerine, askerlerin iktidar olmasını aslında yanlış bulduğunu, ama bu yanlışın tek başına askerden kaynaklı olmadığını söylemektedir. Bu konuda ne düşündüğünü anlamak için, Milliyet’te yayımlanmış “12 Mart / 12 Şart” adlı makalesi hayli ipucu vermektedir. Ayrıca, 12 Mart’taki tavrına ilişkin Aksiyon dergisinde yayımlanan “O hâlâ ukala” haberine göz atmak da faydalı olacaktır. Bu haberde 12 Mart’taki pozisyonuna ilişkin örneğin şunları söylemektedir:

“Ben bazı yazarların tutuklanmasına engel olmaya, tutuklanmış bazı yazarların serbest bırakılmasını sağlamaya çalışıyordum. Sonra 11’lere katılıp istifa etmemekle de Erim’e sadakat göstermiş oluyordum. Herhalde kamuoyu karşısında kuvvetlendim. Kendisine sadık kalan ve başarılı birisi gibi gözüken bir bakanı, nasıl kabine dışında bırakırım diye düşündü herhalde ve kendi kurduğu Kültür Bakanlığı’nı kaldırmayı yeğledi.”

Halman’ın nasıl bir kültür insanı olduğunu anlamaya çalışırken, “1. Erim hükümetinden istifa etti mi, etmedi mi?” sorusuna odaklanmak ve “İşte, etmediğini kanıtladım!” diyerek, kendisini 12 Mart faşizmine adamış bir entelektüelle karşı karşıya kaldığımız sonucunu çıkarmak saçmadır. Hilmi Bulunmaz yukarıdaki alıntıyı şöyle değerlendirecektir: “Halman Erim’e sadıkmış! İşte Yener Aksu’nun yalan söylediğini gösteren bir belge daha!” Oysa alıntı, bariz bir şekilde Halman’ın kendisine göre taktik bir tutum geliştirdiğini, ama bu tutumun bir işe yaramadığını gösteriyor.

Halman, 12 Mart’ın aşırılıklarını kendine göre törpüleme ve Atatürkçü modernleşmeye hız kazandırma derdinde devlete sadık bir entelektüel portresi çizmektedir. Buna karşılık, 12 Mart faşizminin “aşırılığa” ihtiyacı vardı ve modernleşme vaat eden reformlar geçici bir göz boyamanın ötesine geçemedi. Dolayısıyla Halman’ın kültür bakanlığına ilişkin projeleri de suya düştü.

Halman’a anti-faşist demek mümkün değildir; ama faşist bir entelektüel olduğunu iddia etmek de mümkün değildir. Yok eğer bir şekilde faşizmin değirmenine su taşımaktan söz ediliyorsa ve ölçü de tek başına 12 Mart faşizmi olmayacaksa, hazırlanacak isim listesinin kaç kilometre uzayacağını kestirmek zordur. Sonuç: Belli bir kişiye odaklanıp günah keçisi imal etme yaklaşımı makul olmadığı gibi adil de değildir.

Her şeye rağmen, Halman’ı ödüllendirmek doğru mu? Ben ödülü Halman’a veren festival komitesine, danışma kuruluna vs. 12 Mart faşizmine bulaşmamış olmak gibi özel bir kriterin önerilebileceğini düşünmüyorum. “Yaşasın, emek ödülü Halman’a verilmiş!” diyecek halim de yok. Muhtemelen bu ödül, akademik Ankara entelijansıyasına hakim kültürel-politik çizgiyi yansıtıyor. O zaman denilebilir ki, bu akademik çevre festivalden dışlansın – ki ödüller böyle kişilere verilmesin. Fakat Ankara festivalinin iddiası farklı: Hangi görüşten olursa olsun, her tiyatrocu kesim festivale dâhil olabilir. Dahası, tiyatroya katkı sunan akademisyen çevrelerin ödül konusunda söz hakkı da olacaktır.

Eğer kategorik olarak bu yaklaşım reddedilmiyorsa, “Festivalin yapısı gerçekte ne kadar demokratik ve katılıma açık?” sorusu sorulmalıdır. Bu konuda, sadece ödül tartışması eksen alındığında bile netleşmek zor değildir. Halman tartışmasına ambargo koymayıp kendi bünyesine taşımışsa ve şu topluluk ödül verilmesini eleştiriyor, kınıyor ya da protesto ediyor, öyleyse festivale alınması sakıncalıdır tavrı geliştirmemişse, o festival yapısının faşizmin değil, demokrasinin değirmenine su taşıdığı söylenebilir.

“Festivalin sahibi kim?” tartışmasına bir kez daha değinecek olursam, “Festivalin sahibi TAKSAV’dır” demek, bunun için de Hilmi Bulunmaz gibi TAKSAV sitesindeki festival sunumunu delil olarak göstermek, bu sunumdaki TAKSAV vurgularına kapılmayı önermekten başka bir anlama gelmiyor. TAKSAV’ın bir başarı olarak değerlendirdiği festivali organize eden yapı olarak kendisiyle övünmesi gayet doğaldır. Bundan hareketle “Festival Komitesi + Danışma Kurulu = TAKSAV” denklemi mi kurulacak?

Bir önceki yazımda, festival iradesinin TAKSAV’a indirgenemeyeceğini belirtmiş ve örneğin salonlarını festivale açan Ankara Devlet Tiyatrosu’nun iradesinin de hesaba katılması gerektiğini belirtmiştim. Hilmi Bulunmaz’ın tavsiyesiyle, bir defa daha TAKSAV’ın sitesine baktığımda, örneğin ulaşım sponsoru Pamukkale Turizm’in de festival iradesine dahil edilmesi gerektiği söylenebilir. Ankara Festivali’ne giden bazı arkadaşlar yolculuk yaptıkları otobüsün yukardan su sızdırdığını söylemiş ve ıslandıklarından şikâyet etmişlerdi. Şimdi bu teknik arızadan da TAKSAV mı sorumlu tutulacak?

Bu konuda Hilmi Bulunmaz’la anlaşmazlığımız şundan kaynaklanıyor: Festival yapısını analiz ederken, TAKSAV’ın inşa ettiği bir koordinasyon yapısı olduğunu ve nihayetinde bu koordinasyon yapısının (temsili düzeyde Festival Komitesi’nin) muhatap alınması gerektiğini belirtmiştim. Buna karşılık Hilmi Bulunmaz diyor ki, neyse ne, benim muhatabım TAKSAV’dır. Ben de diyorum ki, TAKSAV festivalin tek sahibi olduğunu iddia etse bile - ki öyle bir durum yoktur – ortada bir koordinasyon yapısı vardır ve festival iradesi tek bir kuruma indirgenemez. Bu ödül işi TAKSAV’ın başının altından çıkıyor diye tutturmak da, sol içi ve temelsiz bir hesaplaşma imal etmenin ötesinde bir değer taşımaz. Ödül konusunda doğrudan Pamukkale Turizm’in muhatap alınmasını önermiyorum elbette. Bu konuda adres bellidir: Festival Komitesi ve Danışma Kurulu. TAKSAV’ın verilen ödüle bir itirazı olmadığını da bilmekteyiz. Buna karşılık festival organizasyonunda doğrudan sorumluluk alan topluluklar arasında ödülü eleştirenlerin, hatta kınayanların olduğunu da bilmekteyiz. Ne yazık ki Ankara Festivali ortamı, indirgemeci yaklaşımlara direnen olgularla dolup taşmaktadır.

Hilmi Bulunmaz’ın önemli bir eleştirisi de, çifte standart uyguladığımdır. Söz konusu Esatoğlu ve tiyatro eğitiminde cinsel taciz olduğunda oluşturduğum netliği, Halman’a verilen ödül konusunda oluşturmadığımı iddia etmektedir. Bu eleştiri hakkındaki düşüncelerimi, Esatoğlu ve eğitimde cinsel taciz gündemini ele alacağım yazıda dile getireceğim. Kısaca tutumumu ifade edecek olursam: Sınır tanımaksızın taciz ve ifade özgürlüğünün ihlali gibi sorunlara gereken önemin verilmesi için, sosyalist hareketin insan hakları ve demokrasi mücadelesini temel alan bir çizgide yapılanmasının ve bunun gereklerini yerine getirmesinin şart olduğunu düşünüyorum. Örneğin taciz ya da cinsiyetçilik karşıtı kaygılarla faşizm karşıtı kaygıların aynı potada eritilmesinin tutarlılık gereği olduğunu savunuyorum.

Son olarak: Ben de Hilmi Bulunmaz gibi, Halman’a verilen ödülün protesto edilmesinde epeyce öne çıkan, hem kendisi, hem Özgür Sahne, hem de ATB adına açıklamalar yapan Özgür Başkaya’nın ve tabii ki diğer muhatapların, Yenikapı Tiyatrosu’ndan Orçun Masatçı’nın sansür iddialarına vereceği yanıtı hâlâ beklemekteyim. Özgür Başkaya’nın Aydın Tiyatro-Drama Günleri üzerine yazdığı yazının, Orçun Masatçı’nın iddialarına yanıt olmadığını değil, somut bir yanıt içermediğini ve ibrenin olgusal ayrıntı içeren iddiaların lehine döndüğünü düşünmeye devam ediyorum. Bu konuda Hilmi Bulunmaz gibi nötr pozisyonda değilim, ama Orçun Masatçı’nın iddialarının doğru olabileceği yönündeki kanaatimi de şimdilik tashihe açık bırakmayı ihmal etmiyorum.

(Kaynak: iatp-g)

***

Oyun'un notu: ayrıca bakınız; "Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf'ın (TAKSAV) 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talat Sait Halman’a verdiği 'Emek Ödülü' haber linkleri"