Rus kökenli, Lwow/Polonya (şimdi Ukrayna) doğumlu Stanislaw Lem tarafından yazılan bilim-kurgu romanı Solaris'i sinemaya taşıyan Andrey Tarkovski, ardıllarını zor durumda bırakacak bir düzey tutturmuş. Nuri Bilge Ceylan filmlerini, Tarkovski yapıtlarına benzetenler ve onun ardılıymış gibi duyumsamamıza neden olanlar, bizce yanılıyorlar. Ceylan ve yandaşları, bu duygularında samimi olabilirler. Ne var ki bu duygunun hayatiyet kazanması için, somut durumlara bakılması gerekir.
Tarkovski'nin Solaris filmini izleyen herhangi bir izleyici, Bilge'nin herhangi bir filmini izlediğinde, aradaki kumaş farkını anında görebilir. Yeter ki nesnel değerlendirme yapabilecek donanıma sahip olsun.
Fotoğrafik olana önem veren Tarkovski, fotoğrafları bahçeye asılan çamaşır gibi durduran/bekleten Bilge'yle karşılaştırılacak denli yalınkat bir benzeşimle ilişkilendirilmemeli.
Örnekse Solaris'teki "yılkı atı" ile Bilge'nin Kasaba'sındaki "durağanlaştırılmış eşek" koşutluk nedeni olmamalı. Olamaz da. Biz sadece, "Nerede benzeşme var?" anlayışını deşifre etmeye çalışıyoruz. Uzak'taki televizyona bakıp bekleyenle, Solaris'teki beklemenin içindeki devinimi duyumsatan kişilerin diyalektik oyunculuklarını, hangi bağlamda bir araya getirebiliriz?
Kamerasıyla şiir yazabilecek denli yoğun bir imgeleme sahip Tarkovski ile Bilge'nin kütlüğünü aynı düzlemde değerlendirmek, büyük bir haksızlık olur.
Solaris'teki yaşamla ölüm, düşünceyle fizik, kımıltıyla devinimsizlik karşıtlıklarında ilerleyen konuyu anlatmak istemiyorum. Sadece "izleyin" diyorum. İzleyin ve Tarkovski tadının oluşturduğu farkı görün. (HB)