Orhan Aydın'ın her salı günü yazdığı soL gazetesinde yayımlamadan önce, bize e-posta olarak yolladığı yeni yazısını, okurlarımızın dikkatine sunuyoruz:
Orhan Aydın
1 Eylül 2008
Saf olmak…
Birkaç haftadır dinci gericiliğin açık adresi durumuna gelmiş TV kanalları ve onların kapsama alanı içindeki yapılaşmalarla ilgili yazılar yazıyorum.
Yaşamım boyunca hiç görmediğim resimler, duymadığım sesler, konuşma biçimleri, yüz ifadeleri ve yine hiç bilmediğim tanımlamalarla karşı karşıyayım.
Yabancılaşıyorum.
Ülkemdeki öfkeyi, hıncı, acıyı, elemi, kederi, hüznü bilirim. Açlığı, yoksulluğu, yokluğu, işsizliği, çaresizliği de bilirim.
Ama inancın ekmeğe katık edilmesini yeni öğreniyorum.
Bu gün yobazlığın yaptığı şey tam da budur.
Yoksul ve çaresiz insanlığın ekmeğine kan doğrama pahasına, din aşlara katık ediliyor.
Hacılar, hocalar, mollalar, din istismarcısı asalaklar, hayatlarını bunun üstüne kurmuşlar.
Tarikat ve cemaatlerin etki alanları bu yüzden genişlemiş, bu yüzden hayat gasp edilmiştir.
Bu anlamda ülke o denli gerginleştirilmiştir ki, artık bu sarmalın içindeki tek yurttaşımızın bile başka bir dini inanca, farklı düşünceye tahammülü kalmamıştır.
Şimdi, TV yayıncılığı ile bu durumun ne ilgisi var diyeceksiniz! Anlatalım.
Anadolu da etkin olan tüm Cemaatler, TV yayıncılığı konusunda nerede ise bir yarış halindeler.
Örneklersek, Doğu ve Güney Doğu da Hizbullah merkezli vakıf ve dernekler Batman, Siirt ve Van üçgeninde diğer cemaatlere yaşam hakkı tanımıyorlar.
Her gün, ezan sesleri ve ilahilerle açılan yayınlar, Arapça haberler ve nağmelerle sürüyor.
Özellikle Siirt ve Batman halkının büyükçe çoğunluğunun Araplardan oluşan yurttaşlarımız olduğunu düşünürsek, TV yayınlarının etki alanları tartışmasız duruma gelmez mi?
Her kente bu anlamda yayın yapan onlarca Radyo istasyonunu da eklersek, herhalde durum içinden çıkılmaz hale gelir.
Düşünün, yaşama dair haber almak istediğinizde, hep aynı alandan yönlendiriliyor iseniz ne yaparsınız?
Giderek her şeyin tek tipleştiği, tüm dış yaşama çeperleri kapalı bir hayat.
Fitili her an ateşlenmeye hazır topluluklar yaratmanın yollarından biri de bu değil midir?
Hayata ve insanlığa dair tek yönlü iletişim!
İşte o zaman kafada sarık, kıçta şalvar, çember sakal, mağara adamları gibi yaşarsınız bu hayatı.
Aklınız da, çağlar öncesi insanlığın aklı ile denk yaşamaya başlar.
Hurma ağacının altında, sizi bekleyen çıplak huri’nin hasreti ile yanıp tutuşur ve ona erişmek için, insan bile yakar hale gelirsiniz!
Bu kadar kolay mı diyenleriniz olduğunu biliyorum! Evet bu kadar kolay.
Kıt akıl, katık edilmeye en müsait akıldır.
Bu doğu toplumları, gelenekçi ve feodal olan özellikleri yüzünden diğer toplumlardan net biçimde ayrışırlar. Ne verirsen onu alır. Ne anlatırsan onu kavramaya çabalarlar. Kendisi için iyi ve kötüyü başkaları saptıyorsa, buna da rıza gösterirler. Bu yüzden kadercilik esastır. Bunca tarikat ve cemaat’in bu bölgelerde at oynatmasının nedenleri arasında, bu saptama da olabilir mi?
Kargaşanın olduğu bölge ve alanlarda TV ve Radyo yayıncılığı bazen devletin de işine gelir.
Anımsayın. 12 Eylül Faşist Diktatörlüğü’nün ilk yıllarında, gerillayı dağdan indirmek için savaş uçaklarından Arapça bildiriler, ayetler atılmıştı dağlara, taşlara.
Hakkari, Şemdinli, Yüksekova, Şırnak ve Tunceli bölgelerinde radyolar ve cami hoparlörleri ile yine aynı faşist kadroların denetimlerinde, Müslüman halkı gerillaya karşı kışkırtma anonsları yapılıyordu. Hem Türkçe, hem Kürtçe, hem Arapça.
Bu gün, AKP’nin bu bölgede azımsanamayacak derecede oy potansiyeline sahip olmasının nedenlerinden biri de bu olabilir mi?
Bakmayın öyle çaplarına, ebatlarına, adetlerine filan, bu TV ve radyoların hemen hepsi aynı zamanda önemli birer kazanç kapısıdırlar.
Ekonomik anlamda yerellerin azımsanmayacak gelirleri var. Bölgesel reklamlar, bir TV yayınının sürmesi için iyi bir kaynak olmakla birlikte, eğlence programlarına, bazen de haber programlarına yapılan sponsorluklar da gelir kaynağıdır.
Zaten yerel kanal dediğiniz, toplam beş çalışandan oluşur.
Düşünüyorum, her gün, din kardeşlerini İslam’ın emrine çağıran bu çığırtkanlığın izleyenleri var mıdır diye! Verilere bakıyorum.
STV izlenme oranları, günlük ortalamada yüzde on sekiz!
Meltem TV, Mesaj TV yüzde yedi, yüzde sekiz!
Yüz kişiden on sekizi, şu ağlamaklı kara sesin yaşama ve hayata dair yıkıcı, yok edici ve insan aklını esir edici önermelerinin izini sürüyorlar.
Peki biz ne yapıyoruz?
Şeriat’ın toplu kalkışmasına beş kala, biz ne yapıyoruz?
Bu ülkenin aydınları, sanatçıları bu durumun değişmesi için ne yapıyorlar.?
Burada satırlar dolusu belge, bilgi aktarımı yapıp bu çivisi çıkmış durumun önüne nasıl geçilmesi gerektiğini anlatacak değilim.
Görülüyor ki, tüm toplumsal değerlerle oynanmış, geleneksel halk kültürümüzün tüm etkin, kabul görmüş kazanımları bu yobazlarca dönüştürülmüş, demokratik olan her şey süpürülmüş, çöpe atılmıştır.
Din cambazlığı hukuk’u, yasayı ayaklar altına almış ve insan yaşamları, yeşil seccade ve tespih ikilemine kadar daraltılmıştır.
Bizler, yani bu ülkede sanat üreterek emekçi halkın, işçi sınıfının toplumsal ve siyasal mücadelesine katkı sunmaya çalışanlar, artık aklımızı başımıza devşirmeliyiz.
Bulunduğumuz alanlardan kafalarımızı kaldırıp, ne yapmak, nasıl yapmak konusunda ortaklaşmalıyız.
Kültürel erozyonun filan değil, açıkça kültürel yıkımın kara, kapkara resmi olan dinci yayıncılığın önüne set olmanın tek yolu var. O da, verilen mücadele de saf olmaktır.
Öyle, sözü eveleyip geveleyip te kavganın dışında kalmak ise, ya Soros’un çocukları ile çelik çomak oynamaya, ya da liboşlar’ın dizlerinin dibinde dönek türküleri söylemeye kadar gider.
oaydinoaydin@gmail.com