Hilmi Bulunmaz
9 Aralık 2008
Faşizm, bir yönetim biçimidir. Gücünü insanın ruhunda saklambaç oynayan hükmetme isteğinden alsa da, faşizmin toplumu yönetmesi için düğmeye basılması gerekir. Emperyalizmin vereceği karar sonucunda düğmeye basılır. Silah tüccarlarının üretimi arttığında düğmeye basılır. Sosyalizm seçenek olmaya başladığında düğmeye basılır…
Faşizme karşı çıkmak, her ne denli “kutsanmış” bir tavır olsa da, daha önemlisi; faşizmin kitleleri yönetmeye başlamadan örgütlenebilmektir. Silaha, zora, işkenceye… sahip olan faşizm, sivil toplum örgütleri tarafından engellenemez. Faşizme karşı, omuz omuza mücadele edebilecek insanlara gereksinim duyulur…
Her bireyin, her grubun, her sivil toplum örgütünün, her siyasal partinin; faşizm tehlikesi belirdiğinde, mutlaka tavır geliştirmesi gerekir. Hatta, faşizm tehlikesi belirmiş olmasa da, tarihsel bilinci taze tutup, faşizmin her an hortlayabileceğini unutmamak gerekir. Faşizm, yönetmeye başlayana dek kuzu gibidir. Saman altından su yürütür. Ne zaman ki yönetmeye başlar, kuzu postunu atıp, kurt postunu sırtına geçirir!...
Faşizm, 12 Mart yada 12 Eylül Askeri Cuntaları gibi haki renkli de olabilir; BBP, MHP partileri gibi sivil giysili de. Hatta, inanılması zor ama, sanatsal faşizm de olabilir. Özerk Sanat Konseyi adıyla ortaya çıkıp, 1830 yılında yapılmış “Halka Yol Gösteren Özgürlük” adlı yapıtta direnişi simgeleyen Fransız bayrağını indirip, Türk bayrağını koyabilir!...
(Bakınız: "Kahrolsun sanatsal faşizm!")
***
Uzun zamandır tiyatroya gitmiyordum. Gitmek gelmiyordu içimden. Hep birilerinin zorlamasıyla ve ayak sürçerek (yeniden) gitmeye başladım tiyatroya. Bu kez de Coşkun Büktel’in “zorlaması” ile “Dalga”ya gittim…
“Dalga” hakkında hiçbir bilgim yoktu. Ve olmasını da arzu etmiyordum. Benim için tamamıyla sürpriz olmalıydı. En son, yıllar önce, Semaver Kumpanya’nın “Mem ile Zin” adlı oyununu izlemiştim. Yıllar sonra izleyeceğim ve hiçbir fikrim olmayan “Dalga”, beni düşündürüyordu. Düşünmek istiyordum…
Oyun başladı ve bitti. Beni değiştirmedi, dönüştürmedi. İzleyiciler girdikleri gibi çıktılar. Oyuncular girdikleri gibi çıktılar. Teknik ve tasarımcı kadro girdiği gibi çıktı. Kimse değişmedi, dönüşmedi…
Siyasal bir örgütlenme olmamasına karşın, bir tiyatro grubu, neden didaktik bir oyun sahnelemek ister? Yaşamı politize etme görevi ve işlevi olmayan bir tiyatro, bir de yaşamı tiyatralize edemiyorsa, neden oyun sahneler?...
Örnekse İdil Kültür Merkezi’nin amatör tiyatro grubu yada Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nin acemi oyuncuları bir oyun sahneleyip, aynı didaktik mesajı vermelerine karşın, yaşamı tiyatralize edemeseler, bu denli üzerinde durmam. Hatta, onlara hak veririm. Çünkü onlar, bir yerde yaşamı politize etmek için, sanatı araç olarak kullanma hakkına sahipler! Ne var ki bir yapımcının önderliğinde çalışıp, kapitalist yönsemelerle oyun sahneleyen, yaşamı politize etme görevi bulunmayan bir tiyatro, dikkatinizi çekerim bir tiyatro, yaşamı tiyatralize edemiyorsa, derin derin soluk alıp, derin derin düşünmek gerekir…
Evet, sahnede bir şeyler oldu. Özellikle yaşamı politize etme gücü bulunmayan gençler, tiyatralizasyon için bayağı çabaladılar. Ne var ki sadece çabaladılar. Donkişot Tiyatro tarafından; “Türkiye’nin en iyi rejisörü” olduğu iddia edilen Şakir Gürzumar yönetmiş olsa da, oyun yaşamı tiyatralize edemedi…
Oyunun konusuna gelince: Dramatik yazarlığı eksik olan biri tarafından yazılmış yada dramatik çeviri ediminden uzak biri tarafından çevrilmiş. Kuru, saman tadı veren bir metin. Faşizmi ciddiye almamakla birlikte, sözde faşizmi eleştiren bir metin. Faşizmi küçümseyerek, toplumsal tepkimeyi oyun haline getiren bir metin. Kapalı kapılar ardında; “dök içini rahatla” mantığıyla faşizmi hiçimseyerek, kendini rahatlatan bir yazarın kaleminden çıkmış bir metin…
Tarih öğretmeni Ben Ross, bir gün öğrencilerine İkinci Paylaşım Savaşı’nda yaşanan vahşeti anlatmak istiyor. Anlatamıyor. Amerikan koleji öğrencilerinin vahşeti anlamadığını, kendisinin de anlatamadığını anlayan Ben Ross, bir deney süreci başlatıyor ve öğrencileri de birer denek olarak kullanıyor. Oyun başladığında tamamen özgür (Amerikan özgürlüğü!) görünümde olan sınıf, giderek ve hızla disiplin sözcüğünü bir Tanrı gibi kavramsallaştırıyor. Disiplin için disiplin, kararlılık için kararlılık, zulüm için zulüm anlayışına evrilen durum, neden-sonuç ilişkisi yerine, neden-neden ilişkisi yada sonuç-sonuç ilişkisi bağlamında tıkanıp kalıyor…
Faşizm konusunda hiçbir bilgisi olmayanlar bu oyunu izleyebilirler. Ama, faşizmi bir çocukluk oyunu boyutunda gösteren bu tiyatro oyunu, faşizmi hafifsemeye neden olabilir…
Faşizm konusunda bilgisi olanlar bu oyunu izleyebilirler. Faşizmin neden-sonuç ilişkisini öremeyen bir tiyatro oyununun nasıl kotarıldığını görmek için…
Toplumsal durumları “light” bir dille kaleme alan Ray Cooney’nin “Karmakarışık” oyununu da sahneye taşımış olan Donkişot Tiyatro, Türkiye tiyatrosuna bir tuğla eklemek için değil, kendi bütçelerine katkı yapsın diye tiyatroyla uğraşıyor…
Dormen Tiyatrosu’ndan oluşan boşluğu doldurmak için “dükkan açan” Donkişot, Dormen Tiyatrosu ekolünü yutan süreci duyumsayana dek, kendileri de yutulabilir…
Tiyatronun dağıttığı basın bildirisinin yönlendirmesine göre eleştiri yazanlardan olmadığımız için; “Dünya, Kötülük Yapanlar Değil, Seyirci Kalıp Hiçbir Şey Yapmayanlar Yüzünden Tehlikelidir” sözüne de kanmıyoruz. Her ne denli iyi-kötü ikileminden çok, doğru-yanlış ikilemine önem veren biri olsak da, “seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar”dan öte, “kötülük yapanlar”ın birincil suçlu olduğunu biliyoruz…
Basın bildirisinin hemen başlığının altında; “Türkiye’nin en pahalı tiyatro prodüksiyonu” sloganı var. Dekor olsun, kostüm olsun, o denli “yalın” ki, bir amatör tiyatronun bile altından kalkabileceği bütçeyle çözümlenebilecek bir durumda. Oyuncularsa, o denli genç ve o denli acemi ki, hangisi kaç para almış olabilir? Düşünmeden edemiyoruz. “Türkiye’nin en pahalı tiyatro prodüksiyonu” sözü, bayağı kafamızı kurcalıyor!…
“Dev prodüksiyon” sözüyle pazarlanan oyun, oyundan çok televizyon dizisini anıştırıyor. Oyuncular oynamaktan öte, fotoğraf çektiriyor. Yönetmenin çizdiği sınırlar içerisinde bile oyunculuk özgünlüğü geliştirmekten yoksun oyuncular, televizyon dizisi izleme tadından öte bir tat veremiyorlar…
“Türk izleyicisini derinden etkileyecek” iddiasıyla sahnelenen “Dalga”, yaşamı politize etmek bir yana, tiyatralize de edemediğinden, bizi derinden etkilemedi…
“Derin” sözcüğüne önem veren Donkişot Tiyatro; “insan ruhunun derinliklerini de inceleme fırsatı sunuyor” kanısında. Oyunda dramatik ruh olmadığından, insan ruhunun derinliklerini inceleme konusu yapamamış. Dolayısıyla, insan ruhunun derinliklerini inceleme fırsatı bulamadık…
Bir oyun gibi başlayan oyun, bir oyun gibi değil, bir oyuncak olarak gelişiyor. Sahneye çıkmak isteyen, televizyon dizisinde görünmek isteyen gençlerin elinde bir oyuncak oluyor. İzleyiciler de bu oyuncakla avutulup, oyuncuların pazar payının artmasının figüranları oluyorlar…
Lise düzeyinde gencecik çocukları gaza getiren Ben Ross, gaza gelen gençliği durdurmakta zorlanıyor. Bir yerde faşizmi emreden emperyalizm rolüyle işe başlıyor ve ardından faşizmi engelleyemeyen emperyalizm rolüne soyunuyor! Zar zor ikna ettiği gençleri, bir de eleştirmekten geri durmuyor!…
“ödüllü tiyatro yönetmeni”nin yönettiği “Dalga”; “en iyi dekorcu” tarafından dekore edilip, “en iyi kostümcü” tarafından giydiriliyor. “en iyi ışıkçı”nın ışıklandırdığı oyunda, tiyatralize olamayan izleyici, o “en iyi”lerin ne işe yaradığını sormadan edemiyor. Bu soruyu sordurabilmek bile bir başarı olsa gerek!...