Yusuf Köksal
18 Ocak 2008
Suyunun Suyu Bile Olamayan Eleştirmen : İhsan Ata
İhsan Ata’nın yazıma cevap vermesini bekliyordum. Onlarca tiyatro yazısı yazmış bir eleştirmen olarak, gösterimizi sorgulamamızı sağlayacak derli toplu bir eleştiri yazacağı konusunda küçük de olsa bir beklenti içindeydim. İhsan Ata’nın önünde iki seçenek vardı: Ya tezlerini iyice güçlendirmiş olarak getirecek, benim asla itiraz edemeyeceğim bir kesinlikle ortaya koyacaktı -böylesi bir kesinlik söz konusu olduğunda itiraz etmeyi göze alamam, alırsam komik duruma düşeceğimi bilirim- ya da eleştirisinde hatalı olduğunu kabul edecekti. İhsan Ata ikisini de yapmadığı gibi, ilk yazısından daha özensiz, daha savruk bir yazıyla karşılaştım. Onlarca tiyatro eleştirisi yazmış bir eleştirmen olarak “hatalıydım” diyebilmesinin onun açısından ne denli zor (ama doğru) olacağını tahmin edebiliyordum ve derli toplu bir eleştiri beklentim de buradan kaynaklanıyordu.
Oynadığım ya da yönettiğim bir oyun için yazılacak tiyatro eleştirisinden, yaptığım işi sorgulamamı sağlamasını ya da yaptığım iş için nitelikli bir tartışma başlatmasını beklemek, çok şey olmasa gerek. Oysa ikinci yazısından anlaşılıyor ki, İhsan Ata’yla sanatsal niteliğinden kimsenin kuşku duymayacağı bir düzlemde tartışmak mümkün görünmüyor.
İlk yazımı okuyan bir çok kişi yazımı çok beğendiğini söyledi. Oysa benim için, yazımı herkesten çok, İhsan Ata’nın beğenmesi önemliydi. O yazıdan kazançlı çıkabilecek tek kişi İhsan Ata’ydı. İhsan Ata kazançlı çıkmayı tercih etmedi. Hele ikinci yazısını okurken Ata’nın durumuna üzüldüğümü içtenlikle belirtmeliyim. Aslında ikinci yazısından sonra İhsan Ata çok daha sert, çok daha acımasız bir cevabı hak ediyordu ama ben bunu yapmayacağım. Bu yazıyla onu karşıma oturtup, bir kez daha konuşmayı, anlatmayı deneyeceğim. Nezaket zamirini kaldırıp, senli-benli bir üslubu benimseyeceğim ve elimden geldiğince imla hatalarına takılmamaya çalışacağım.
İhsan Ata’nın ikinci yazısıyla artık polemiğe dönüşen yazışmanın, İhsan Ata için öğretici olmasını umut etmek istiyorum. Zaten Ata bana artık cevap vermeyeceğini ilan ettiğine göre, muhtemelen benim de ona yazdığım son yazı olacak bu. İlk yazımda olduğu gibi, koyu harfli bölümler İhsan Ata’ya aittir, diğerleri bana.
“Suyunun suyu lezzetli olur. Sayın Koksal’a”
“Suyunun suyu” söylemi bana ait ama İhsan Ata’nın bu başlıkla ne anlatmaya çalıştığını anlayabilmiş değilim. Ben ilk yazımda “suyunun suyu” derken, “eleştirmen olan sensin, benimki olsa olsa suyunun suyu olur” demeyi amaçlamıştım. Benim “suyunun suyu” olan yazımın “lezzetli” olduğunu söylüyor olamayacağına göre, ne demek istiyorsun İhsan? “Suyunun suyu”nun lezzetli olduğunu söyleyen ilk kişisin benim için. Sen galiba yazına
“havalı” bir başlık atmak istemişsin ve bunun cazibesine kapılıp istemeden de olsa benim yazımı övmüşsün. Başlığı anlama özrü bendeyse, üçüncü kişilerin yardımına ihtiyacım var demektir.
Güncel Türkçe Sözlük'te Söz
garip
sıfat Arapça ¦ar³b
1 . Kimsesiz, zavallı.
İsterseniz birde zavallıyı aratalım konu net anlaşılması adına.
Güncel Türkçe Sözlük'te Söz
zavallı
sıfat (za'vallı)
1 . Kimsesiz, zavallı.
Ah garip İhsan ah! Sözcüklerin anlamlarını internette aradığına göre sözlüğün yok galiba. Ayrıca “garip” sözcüğünü yanlış yerde arıyorsun! Gösterimizin adındaki “garip”i anlaman için, Orhan Veli’nin ilk kitabının adını ara! Orhan Veli’nin de içinde bulunduğu şiir akımına neden “garip” dendiğine ilk yazımda değinmiştim, şimdi lütfen oraya dön ve bir daha oku!
Ayrıca ölürken cebinde sadece 38 krş çıkmasını da örnek olarak gösterebiliriz.
Gösteremezsin! Gösterinin o son cümlesi, “Orhan Veli beş parasızdı” diyen bir cümle değil, Orhan Veli öldüğünde cebinden çıkanı “saptayan” bir cümle. Ne yani, Orhan Veli öldüğünde cebinden kaç para çıkması düşünceni değiştirecek? Peki sence Sakıp Sabancı öldüğünde cebinden kaç para çıkmıştır? Bence hiç çıkmamıştır!
Ama nesnelciliğin yerini öznelliğin alması beni rahatsız ediyor. (Öznelliğin yerini “nesnelcilik”in değil, nesnelliğin alması daha akla yatkın) Kaldı ki Türkiye'de yaşayan hangi edebiyatçımız bolluk ve bereket içerisinde yaşadı? (Yaşayanlar var ama konumuz bu değil) Türkiye'nin sanatçısına gösterdiği değer ortada. (Haklısın)
Diğer taraftan oyunu anlatan kısım, neden sahiplenme ihtiyacı hisseder?
Şimdi bak İhsan kardeşim, yazını okurken aslında ne demek istediğini çözmeye çalışmak zorunda değilim ben, kimse değil! Eleştirmen olduğunu iddia eden biri olarak meramını kusursuz bir biçimde ifade etmek zorundasın. “Yazmak”, en az matematik kadar soyut, en az matematik kadar kesin olan bir şeydir.
Gelelim cümlenin içeriğine; izlediğin şeyin “oyun” değil, “gösteri” olduğunu öğrendiğin halde, niye “oyun” demekte ısrar ediyorsun? “Oyunu anlatan kısım” dediğin hangi kısımdır? Bu kısmın “ne” olduğunu anlatman gerekmez mi? O kısmın neden “oyun” olduğunu göstermen gerekmez mi? Ben, izlediğin şeyin “neden” gösteri olduğunu metni dayanak göstererek açıklarken, sen “neden” yuvarlak ifadelerle geçiştiriyorsun? İlk yazımda, “olay örgüsünün ne olduğunu” anlatmanı istemiştim senden. Niye “olay örgüsünün ne olduğunu” anlatıp mars etmiyorsun beni? “Oyunu anlatan kısım” demek, olay örgüsünü açıklıyor mu sence? Sen nasıl bir eleştirmesin İhsan? Anlıyor musun beni? Bence anlamıyorsun!
Burada duyguların değil tanıtımın yapıldığı bir bolüm.
Tamam İhsan, her şeyden vazgeçtim, bana “tanıtım” dediğin şeyin ne olduğunu açıkla! Her ne kadar bana yazmayacağını açıklamış olsan da, metinden “duyguların değil, tanıtımın yapıldığı”na dair bir tane örnek ver! Teksti halâ okumadığın nasıl da belli!
Orhan veli'yle özdeşleşmiş Müşfik Kenter'in yorumundan sonra farklı bir oyuncu tarafından yıllar sonra sergilenmesi, elbette beni rahatsız etmedi.
İlk yazıda, “tehlikeli” bulduğunu söyledin İhsan Ata! Benim eleştirimden sonra kırdığın potu anladın ve “beni rahatsız etmedi” diyorsun, diyebiliyorsun.
Kaldı ki yazımın sonunda devamlı bu edebiyatçılarımızın hayatları sergilenerek seyirciye tanıtılması gerekir diye bas bas bağırdım. Bir magazin eleştirmeni gibi, sadece işinize gelen kısımları keserek almanız ahlaklı bir kaleme yakışmaz. Sadece sayın Eraslan'ın cesaretinden dolayı bunu söyledim.
Hay Allah! Benim söylediklerimi niye kendine mal ediyorsun? Üstelik iki yazı da orada dururken! Sayın Erarslan’ı cesaretinden dolayı takdir eden benim, ben! Sen “tehlikeli” dedin. Unutma!
Kaldı ki sayın Eraslan'ın Ağaçlar ayakta ölür adlı oyunda oyunculuğunu yere göğe sığdıramadığımı çok iyi bir oyuncu olduğunu söyledim.
Bknz : http://www.tiyatronline.com/yelestri163.htm
Baktım ve çok komik bir durumla karşılaştım! Değil Tayfun Erarslan için küçük de olsa bir övgü cümlesi, yazıda Tayfun Erarslan’ın adı geçmiyor bile!!! Sen nasıl bir eleştirmensin İhsan! Link verdiğin yazıda şöyle bir cümle var: “Yönetmen Tayfun Orhon bu oyunda çok iyi.” Ah İhsan Ah! Sen ne yazdığının farkında bile değilsin! Bu halinle onlarca tiyatro eleştirisi yazabildiğin için seni kutlamak gerek. Foyanın ortaya çıkması epey uzun sürmüş.
Link verdiğin yazıya ilişkin söylemek istediğim başka şeyler de var: Bir eleştirmenin hiç ama hiç yapmaması gereken şey, oyunun konusunu anlatmaktır! Bence eleştirmen çok zorunlu olmadıkça oyunun konusuna hiç girmemeli. Oysa sen yazı boyunca oyunun konusunu anlatmışsın ve oyunu izleyeceklere büyük bir kötülük yapmışsın. Senin işin, yönetmenin, oyuncuların, tasarımcıların yorumlarıyla ilgilenmek, o kadar! Oyunun finalini bile anlatmışsın İhsan! Bir anlamda katilin “uşak” olduğunu söyleyip, seyircinin yaşaması gereken bütün sürprizli anları öldürmüşsün! O eleştiriyi yazmak için oyunu izlemene gerek yoktu, metni okusaydın da aynı yazıyı yazabilirdin!
Azizim şunu bilmelisiniz, oyun herkesin bildiği klasik bir oyunsa , eleştirmen yapıttan çok yorum üzerinde durur. Bende yapıttan çok yorum üzerinde durdum. (Yorum üzerinde durduğunu sandın! Gösterimiz şiirlerden oluştuğu için, anlatabileceğin bir konu yoktu!)
Eleştiri özneldir. (Öznel diyorsun) Ama nesnel bir temele dayanır. (Öznel değil diyorsun o zaman) Bu yüzden değerlendirmeye eleştirmenin kişisel görüşü ve beğenisi de karışır. (Evet, evet yanlış anlamıyorum, öznel diyorsun) Haliyle birbirinden bağımsız eleştirmenler bir oyunu beğenip beğenmemesi doğaldır. (Kesinlikle öznel diyorsun) Eleştirel düşüncenin ereği gerçekleri açığa çıkartmaktır. (Öznel değil mi diyorsun? Ne diyorsun İhsan? “Gerçek” nasıl öznel olabilir? Ayrıca eleştiri hangi “gerçek”i açığa çıkartır? “Bir Garip Orhan Veli” eleştirinle hangi “gerçek”i ortaya çıkardın? Babası Cumhurbaşkanlığı Bando Şefi olan ve Galatasaray Lisesi’nde okumuş Orhan Veli için “sefil” diye tutturman mı “gerçek”ti? Eleştirinin amacı “gerçekleri” değil, olsa olsa “doğruları” ortaya çıkarmak olmalıdır. “Gerçek” göreceli olabilir ama “doğru” göreceli değildir. “Gerçek” olanla “öznel” olan da farklıdır İhsan, şimdi bu konuya girmenin sırası değil) Bu nedenle otoriteye temelinden ters düşer. (Otorite ben mi oluyorum acaba?) Benim amacım karşı çıkmak değil, açığa çıkartmaktır. (Kendini iyice açığa çıkardın İhsan, bundan hiç kuşku duymuyorum. Bir eleştirmen gerektiğinde karşı çıkar ama sen “ben çıkmam” diyorsan, ne diyebilirim ki? ) Siz oyunu sahiplenerek beğeni ölçütünüz bu anlamda eleştirimle ters düşmesi kadar doğal bir şey yoktur. (Bu cümlene bakılırsa senin eleştirmen olmamandan daha doğal bir şey yok!)
Sahnede oyuncu karaktere bürünmelidir. (Evet, oyunda bir karakter varsa bürünmelidir)
Ben sahnede sayın Eraslan'ı değil, Orhan veli'yi izlemek istiyordum. (İhsan kardeşim, bu gösteride Orhan Veli diye bir karakter yok, anlaman için kaç kez söylemem gerekiyor! Senin yaptığın, Hamlet’i izlemeye gidip, “sahnede Shakespeare’i izlemek istiyorum” demek gibi bir şey!) Yalnız bunu bir kurguyla bir tiyatro gösterisi olarak izlemek isterdim. Müşfik Kenter'in yorumu aynı olabilir, ses tonunun güzelliğinden seyirciye güzelde gelebilir. Bir seyircinin beğeni ölçütü bu kadar yadırganabilir mi? (Şimdi keskin bir yol ayrımına geldik İhsan! Eğer sen seyirciysen, niye eleştiri yazma gereği duydun? Yok eğer eleştirmensen kendini niye “seyirci” olarak konumlandırıyorsun? İyice düşün ve karar ver!)
Şairin yaşadığı yıllar ile oyuncunun giydiği kostümler, o donemi yansıtmalı. Kostüm hangi şartlarda olursa olsun uyumsuzdur. (“Kostüm sadece absurd tiyatroya özgüdür” demiyorsun değil mi İhsan? Demiyorsan, “kostüm her koşulda uyumlu olmalıdır” diyelim de okuyanın kafası karışmasın.)
O kadar akademik eğitim aldığınız halde (“O kadar” değil, sadece tiyatro üzerine) Aristo mantığı-anlayışını öğrenmemişseniz ben açıklamaya çalışayım. Ölçülü-ideal-gerçeksel bir yapıya sahiptir. Diğer taraftan eleştirinin eleştirisini yaparken gereksiz, anlamsız gibi kelimeler kurarak (Demek Aristo mantığında “kelime” kuruluyor, bunu bilmiyordum) karşıyı aşağılamanız basit ve ucuz bir yaklaşımdır. Bir eleştiriye bu kadar kapalı olmanız , yaptığınız sanata ters düşmektedir.
Şimdi ben sana kelimeler kurayım (!), sen Aristo mantığını anlayıp anlamadığına karar ver:
Bazı tiyatro eleştirmenleri tiyatroyu bilmez.
İhsan tiyatroyu bilmez.
Öyleyse İhsan tiyatro eleştirmeni değildir.
Nasıl? Kelimeleri doğru kurabildim mi? (!)
Nalan Alaylı'yı tanımam. (Tanıman gerekmiyor ama onlarca tiyatro eleştirisi yazmış biri olarak takdir edersin ki, eleştirmen izleyeceği oyun hakkında araştırma yapmalı ve bilgi sahibi olmalı) Kişiliği hakkında herhangi bir yorumda yapmadım. Ben yapıtını sorgularım. Beğenmediğim bir iş yaptığı için temeline inmem. Sadece o oyundaki görevi için sorgularım. Hassasiyetiniz takdire şayan ama, algılayamadığınız şu; bir oyuna ne kadar kafa yorulursa yorulsun, ne kadar müthiş hazırlanırsa hazırlansın seyirci beğenmeyebilir. (Evet beğenmeyebilir.)
Eğer sayın Eraslan sahnede Orhan Veli'nin şiirlerini okuyan biriyse en başından beri, spor kıyafetle, permüjde (Bu sözcüğü Güncel Türkçe Sözlük’te arat, olur mu İhsan, sonucu bana da bildir! Spor kıyafeti açımlamak için permüjde(!) demen ayrı bir hoşluk doğrusu. “Permüjde”(!) yazımının acemilikten kaynaklanan bir klavye hatası olabileceğini, bir anlık dalgınlıktan kaynaklanabileceğini ve bu yanlış yazım için İhsan Ata’ya gereksiz yere yüklendiğimi düşünecek olanlara hiç de müjdeli olmayan bir bilgi notum var: İhsan Ata, “Modigliani” için yazdığı eleştiride de bu sözcüğü kullanmış. Orada nasıl yazmış peki? “Permüjde”(!) Şimdi ben İhsan’a “pejmürde” desem, “ne demek istiyor bu adam?” diye aval aval yüzüme bakacak demek ki) kıyafetle de gelseydi değişen bir şey olmayacaktı. (İyi de İhsan, yönetmenin “yorum” hakkına niye müdahale ediyorsun? Hem müdahale etmeden önce yönetmenin yorumunu doğru anlamak zorunda değil misin? Yönetmenin yorumuna dair ne yazmıştım ilk yazımda? “Tayfun Erarslan da kendi şiir algısınca bir Orhan Veli dünyası, bir Orhan Veli duygusu yaratmaya çalışıyor ve şiirleri Tayfun Erarslan olarak yorumluyor.”
Devamlı takıldığınız imla hataları işin özünden kopmanızı sağlamış. (E, sağlamışsa iyi olmuş işte. İşin özünden kopmamı “sağlamak” için imla hatalarını özellikle yapmışsın gibi konuşuyorsun. Hani neredeyse, imlânın bir eleştirmen için gerekli olmadığını söyleyeceksin. İmlâ hatalarını gösterdiğim için bana teşekkür etmen gerekiyor) Herhangi bir sonuça ulaşmak için değil, sadece sırf beğenmediği için aşağılamaya kadar gittiğiniz eleştirmeni sorguluyor. (Of İhsan of! Bu cümleni sorgulamak istemiyorum. Çünkü bu cümleni de anlayabilmek için üçüncü kişilerin yardımına ihtiyacım var!”)
Eleştiriye açık bir iş yapıyorsanız, gelen her türlü eleştiriyi saygıyla ve nezaketle karşılamalısınız. Ağızdan köpükler akıtarak değil, (Uzaktan öyle mi görünüyorum? Oysa sana yazarken dudaklarımdan gülümseme hiç eksik olmuyor.) sakin bir kafayla karşıyı irdelemelisiniz. Hakaret etme hakkınız hiçbir zaman bulunmuyor. Bu tutumunuz sanatınıza olan saygı değil, karşıyı suçlamak ve eleştirmeni bertaraf ettiğinizi gösteriyor. (Gerçek bir eleştirmeni bertaraf edebileceğimi sanmıyorum. Ayrıca gerçek bir eleştirmeni okumak beni mutlu eder.)
Her yapıt kendi içerisin de (Ben artık İhsan’ın durumuna iyiden iyiye üzülüyorum. İhsancık korkudan olsa gerek buradaki “de”yi ayırmış. İhsan’ın içinde bulunduğu durum…neyse imlaya takılıp işin özünden kopmayalım) bir bütünlüğü bozmayacak şekilde ele alınır. Ben oyunu beğenmezken, dekoru beğenebilirim, ışığı beğenebilirim. Kurunun yanında yaşta yanmaz. Oyun kotu diye ışık tasarımcısının başarısını göz ardı edilemez. Sizde bunu anlayın. (Peki bunu anlamış olayım)
Son olarak sayın koksal ; gottsched klasik Fransız tiyatrosunu örnek alarak alman tiyatrosunun kurulmasında onculuk yapmış, halk tiyatrosu iken klasik tiyatro anlayışını getirerek devrim yaratmış bir eleştirmen, lessing ise özgür ve esnek anlayışla sheaskpeare'yi alman tiyatrosuna getirmiş eleştirmenlerdir. (Bak sen neler de bilirmiş! Demek idealleri büyük bir eleştirmensin.)
İlk yazımın sonundaki notu anımsıyor musun? Kişi adlarını yazarken özenli davranmanı söylemiştim. Benim soyadımı yanlış yazmana takılmayacağım ama bilmen gerekir ki; “Shakespeare”i doğru yazamayan, “Shakespeare”in sonuna getirilecek Türkçe takıyı bilmeyen biri eleştirmen olamaz! “Bir harfi yanlış yazmışsam ne çıkar” diye düşüneceksen –ki muhtemelen öyle düşüneceksin- bir ismi yazarken harf hatası yapmanın ne denli zararlı sonuçları olabileceğini uygulamalı olarak göstereyim: İhsan Ata, Ahsan Atu, Ahsen Ato, Aysen Atü, Aysel Ütü…Anladın mı Aysel Bey?
Ama maalesef Türkiye'de eleştirmenlerin varlığı hiçe sayılması bir yana yok edilmesi için uğraşılmakta. (İhsan aç gözlerini, Türkiye’de tiyatroların yok edilmesi için uğraşılmakta. Öncelikle tiyatrolarımızın varlığı ve gelişmesi sağlanabilmeli ki, bir eleştirmen olarak izleyebileceğin oyunlar olsun.)
Bu tutumunuzu İzmir Devlet Tiyatrosu olarak almıyorum. (Alma zaten, sen “İzmir Devlet Tiyatrosu” değilsin) Aksi taktirde İzmir devlet tiyatrolarınca (İzmir Devlet Tiyatrosu’nca) sahnelenen hiçbir oyunu bundan böyle izlemeyecektim. Ama madem beğenmediğiniz bir üsluba sahibim, bundan böyle içinde yer aldığınız hiçbir proje hakkında yorum yapmayacağımı bilmenizi isterim.
(Bu, senin açından talihsiz bir cümle olmuş İhsan kardeşim. Eleştirmen olduğun için yazı erbabı olması gereken sensin! Benim sana küsmem anlaşılabilir ama senin bana küsmen anlaşılır gibi değil!)
Yazım yanlışları bana aittir. (İyi de bunları sahiplenmek maharet değil!) Oyuna değer verip izleme gafleti de bana aittir. Bu polemiğe dönüşmemesi için, (Senin bu ikinci yazın ne yazık ki tam bir polemik! Benim yazımın içeriğini de senin yazın belirledi) bundan sonraki cevap niteliğindeki yazılara cevap verilmeyecektir.
İhsan kardeşim son olarak şunu söylememe izin ver! Onlarca tiyatro eleştirisi yazmış bir eleştirmen olarak, senin de acımasız bir eleştirmene ihtiyacın vardı. Eleştiri konusunda başarılı olamadığın ortadaydı ve benim yeterince acımasız olmadığımı unutma. “Yazmak” konusunda her anlamdaki eksiğini bir an önce gidermeye çalış. Kolay değil ama bunu denemekten başka yolu yok bu işin. Aksi halde sadece benim gözümde değil, kimsenin gözünde eleştirmen olamazsın.
Başarılı olman dileğiyle.
Kaynak: Köksal, "Suyunun Suyu Bile Olamayan Eleştirmen: İhsan Ata"