19 Kasım 2007 Pazartesi

"Vıdı Vıdı"

Coşkun Büktel
19 Kasım 2007


Eleştiri yazmaya başladığım ilk günden itibaren, yazılarımla, tiyatro camiamıza yeni bir ahlak, yeni bir duruş önermiş oldum. On yıl kadar önce de bu ahlakı, "İnsanları, ismimi ve isimlerini vermeden suçlayacak kadar alçak değilim." cümlesiyle formüle ettim.

Ne var ki, kendilerinden iyi her şeye karşı alerji duyan şişkin egolu tiyatro esnafı ve özellikle de, devlet ya da kurum beslemeleri, ne beni, ne Theope'yi, ne de önerdiğim ahlakı benimsediler.

Neden?

Çünkü önerdiğim ahlak, birilerini suçluyorsan, suçladığın insanların cevap vermesinden korkmamayı gerektiriyor. Bunun için de, araştırmayı, zekayı, bilimselliği ve yaratıcılığı zorunlu kılıyor. Söylediğin her sözü kanıtlamayı, sorumlu davranmayı ve (kaynak göstererek, belgeleyerek) somut biçimde kanıtlamadığın sürece hiç kimseyi suçlamamayı (vıdı vıdı yapmamayı) gerektiriyor.

Bu gerekliliklere (yani önerdiğim ahlaka) uygun davranmak hiç kolay değil... Özellikle de, sırtlarını bir devlet ya da kamu kurumuna dayamış ve ekonomik garantiye sahip olduklarından kendilerini tiyatro camiasının aristokratları gibi hisseden yeteneksiz beslemeler için...

Bu beslemelerin, cehalet ve yeteneksizliklerini örtmek için, benim önerdiğim ahlakın tam tersi bir ahlaka, aristokrat bir ahlaka(ahlaksızlığa) ihtiyaçları var. Aristokratlar gibi, eleştirilere kulak tıkamaya, eleştirenleri görmezden gelmeye, onları cevaplarken adlarını anmamaya, isim vermemeye; iddialarını kanıtlamak için kanıt, belge, kaynak göstermeye tenezzül etmemeye ihtiyaçları var.

Bu besleme aristokratlar, karşı görüşleri görmezden ve bilmezden gelerek ve suçladıkları kişilerin adlarını vermeyerek, zaten herkesin bildiği, daha önce söylediği, haklılığı kendilerinden menkul, kanıtsız belgesiz birtakım "lafları" yazıya dökmekle; tiyatro mücadelesi ya da fikir tartışması yapmış olmuyorlar. Yalnızca, canı sıkılan kocakarılar gibi "vıdı vıdı" yapmış oluyorlar.

tiyatrom.com'da 4 Kasım "karanlığa karşı yürüyüş" eylemi üzerine, iki yeni yazı daha çıkmış. Biri, yürüyüşün başarılı olduğunu, diğeri iflas ettiğini söylüyor.

Bir önceki yazısında 4 Kasım eylemini "Olabiliyor. Becerebiliyoruz..." diyerek, başarılı bulduğunu açıklamış olan Orhan Aydın, "Bakla" başlıklı bu yeni yazısının bir yerinde, kendisinin de düzenleyici olduğu eylemi desteklemeyenler için, şunları söylüyor:

"Yine birileri kızacak ama, söylemek zorundayım. Sahnelerinin yıkılmasına ses çıkarmayanlar, aynı sahnelerin birilerine satılmasına hiç ses çıkarmayacaklardır."

Orhan Aydın, "birileri" dediği "birileri"ni suçluyor. O birilerinin "kızacak" olduklarını söylüyor. Orhan arkadaşım merak etmesin, isim vermediğine göre kimse ona kızmaz. (Tiyatro camiamızın "Utanma Eşiği" öylesine yüksek ki, isim verilerek belgelenen skandallara bile kimse aldırmıyor. Ya da aldırmaz görünüyor.) Orhan Aydın, isim vermeyerek, hem kimseleri gücendirmemiş, (örneğin Kadıköy Belediyesi'nin desteğine taş koyabilecek güçlü bir düşman edinme olasılığını bertaraf etmiş) hem de eleştiri yapmış oluyor. Ama bence yaptığı bu tür eleştirinin, kusura bakmasın ama, "vıdı vıdı" yapmaktan fazla bir anlamı olmuyor.

4 Kasım yürüyüşü için "iflas" sözcüğünü kullanan Murat Karasu ise, şöyle diyor:

"Kendini kendiliğinden kanaat önderi ilan edenlerden fena halde sıkılmış bir topluluktur tiyatrocular. Hala birilerinin 'yaptım oldu' tavırları içinde hareket etmesi iflasın temel sebebidir."

Görüldüğü üzere, Murat Karasu da, tıpkı Orhan Aydın gibi, "birileri" dediği "birileri"ni suçluyor. O "birilerinin" 'yaptım oldu' tavırları içinde hareket etmesini "iflasın temel sebebi" olarak niteliyor. O da Orhan Aydın gibi, karşı görüşleri görmezden geliyor, o görüşleri aktarmayı ve tartışmayı gereksemeksizin, yalnızca, haklılığı kendinden menkul görüşlerini okurlara dikte etmekle yetiniyor. O da Orhan Aydın gibi aristokrat bir tavırla, suçladığı kişilerin adlarını ağzına almaya tenezzül etmiyor.

Oysa biliyoruz ki, ikisi de aristokrat değil. Biri devletin diğeri Kadıköy Belediyesi'nin inayetiyle var olabilen bu kişilerin, bu aristokrat tavırları, aslında kendilerine güvensizliklerini, komplekslerini ve yetersizliklerini gizlemeye yarayan birer örtüden başka bir şey değil.

(Gerçi Aydın ve Karasu yine de kızacaklar ama) ben bu eleştirileri, (ikisi de tanışım olan ve sevdiğim yönleri de bulunan) Orhan Aydın ile Murat Karasu'yu tedavi etmek ya da kızdırmak için değil; onların eleştiri zannettiği "vıdı vıdıların" okurlar arasında hâlâ prim yapmasını tehlikeli bulduğum için ve kendi ahlakımı tiyatro "sanatçılarımıza" bir kez daha hatırlatmayı (dayatmayı) yararlı gördüğüm için yazıyorum. Buna benzer yazıları on yıl önce de yazmıştım. (Bakınız: "Önsöz ya da Konuşan Türkiye'nin Susan Tiyatrosu", "Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları", sayfa 7.) Yazılarıma rağmen, yazılarıma aldırmadan aynı "vıdı vıdıların" örneklerini çoğaltmaya kalkışanlar olursa, tekrar yazmaktan da üşenecek değilim.

Aşağıda, bu yazının içerdiği fikrin somut kanıtları olan Orhan Aydın ve Murat Karasu yazılarına (vıdı vıdılarına) link veriyorum:

1. Orhan Aydın:
"BAKLA"

2. Murat Karasu,
"BAŞLIKSIZ"