25 Ekim 2007 Perşembe

Tarihten sarı bir yaprak!...

Yayını durduğu için, komşu site tiyatrom'da misafirliğe giden tiyatrodergisi.com.tr'ye; yeniden yayımlanmasıyla birlikte, biz de tarihten sarı bir yaprakla "hoşgeldin" diyoruz...

tiyatrodergisi.com.tr'nin ağır yazarlarından Üstün Akmen'in bir yazısına dayanarak, bir yıl önce yaptığımız değerlendirmeyi sunuyoruz:


Herkes kendini, yeniden (Orhan Pamuk üzerinden) ifade etme telaşında!...


Hilmi Bulunmaz
Cuma, 03 Kasım 2006

(Ayraç içindeki yatık yazılar bana ait.)


Tüm olumsuzluklarına karşın, bence iyi bir telaş içindeyiz!… En azından, herkes oy’unun rengini belli etmiş oluyor… Herkes, ödül/ ödün/ ölüm… hakkında bir görüş sahibi olduğunu belirtiyor. Bizim görüşümüz çok net; tüm ödüllere karşıyız!...

“Ödül olmalı… ama…” söylemiyle dile getirilen tüm görüşlere karşıyız. Her şeye karşın, kolay, toptancı anlayışa sapmayıp, ödül=ödün=ölüm denklemini oluşturan tüm kişi, kurum ve kuruluşları; “yeri geldiğinde” ameliyat masasına yatıracağız…

Malumunuz, işimiz gereği, öncelikle tiyatroyla ilgili yazıları okuyoruz. Tiyatro sitelerini inceliyoruz. Tiyatroyla ilgili olmasa bile, tiyatro sitelerinde yazılan yazıların tümünü irdeleme gereksinimi duyuyoruz. Dünya görüşümüz doğrultusunda, bize uymayan görüşleri yargılıyoruz…

İrdelediğimiz ve yakın plan çekim merkezimize aldığımız sitelerden biri de tiyatrodergisi.com.tr... Özellikle köşe yazarlarının elindeki “olanakların” ayrıcalık içerdiğini bildiğimizden, onları daha yakından izliyoruz…

Andığımız sitenin “en önemli” yazarı görünümünde olan Üstün Akmen’i, büyük bir dikkatle izliyoruz. Yanlış yapmamaya çalışıyoruz… Yapılan yanlışları eleştirmenin, inandırıcılıktan geçtiğini biliyoruz. Okurları inandırıcı kılmanın önkoşulunun, yanlış yapmamaya çaba harcamak olduğunu biliyoruz…

“Çığ” ("Çığ Aslın Nedir, Neyi Sarsıyor?") gibi evlere şenlik bir metnin, tiyatro oyunu diye insanlara sunulmasına elvermeyen yüreğimiz, bu yazarın (Üstün Akmen), metinden beklentisini algılamakta zorlandığımızdan, tüm yazılarını okumayı bir görev biliyoruz…

Bugün (30 Eki. 06) yazdığı yazı da, bizlere çok önemli geldiğinden, irdeleme yapma gereksinimi duyduk…

“ORHAN PAMUK, NASIL OLUR DA NOBEL’İ ALIR” başlıklı yazısında hırslı bir dil kullanan Akmen, sanırım Seul’e gidememenin verdiği rahatsızlıkla kalemini bayağı sivriltmiş…

Soruyla başlayıp, yanıtla ve inatla sürdürüyor yazısını Akmen:

“Nobel’i nasıl mı alır? Bal gibi alır. (Demek Orhan Pamuk balı çok seviyor.) Peki, kimler kopartıyor bu ‘nasıl alır’ vaveylasını? (Vallahi ben koparmadım!..) Elbette ‘Nobel Edebiyat Ödülü’nün de, diğer pek çok ödül ve yarışmalar gibi yanlı tarafları (‘…örneğin-mesela yada durum-vaziyet…’ gibi bir söz armağan ediyor Akmen ülkemize; ‘yanlı taraflar’. Demek bir de yansız taraflar var) olduğunu bilmeyenler, (biraz önceki ayraçtan anlaşıldığı gibi; ben bilmeyenler kümesine giriyorum) dünyadan bihaberle çığrışıyorlar. (Adam utanmasa ‘böğürüyorlar’ diyecek.) Daha doğru deyimle, (madem doğru deyimi şimdi buldun, klavyene egemen olup, daha az doğru olanı silsene be ağabeyciğim!) sapla samanı karıştıranlar elbirliğiyle ortalığı velveleye veriyor. (Bu ‘velveleye vermek’, demek ki daha da doğru bir deyim!) Bir bölümü, geçtiğimiz Cuma günü basın toplantısı yaptı. Aralarında kadim dostlarım Demirtaş Ceyhun’un, Tuncer Cücenoğlu’nun, (vay kerata Tuncer de Nobel’e göz koydu demek) Ahmet Levendoğlu’nun, Yüksel Pazarkaya’nın, Öner Yağcı’nın, Hayati Asılyazıcı’nın, Bertan Onaran’ın, Metin Cengiz’in, Osman Şahin’in, Dilek Türker’in, Nevzat Metin’in, Ümit Zileli’nin, Zeynep Aliye’nin, Arif Keskiner’in ve daha altmış civarında tanıdık tanımadık yazar, şair, ressam, müzisyen, sinemacı, heykeltıraş, tiyatrocu, yayıncı ve öğretim üyesi bildiri yayınlamış. (Adam saydıklarının göz doldurması için, bol bulduğu ‘in, ‘ın, ‘un eklerini o denli kullanmış ki bayılmak üzereyim. Bir de her meslek grubunu tek tek sıralayarak, parça başı çalışan işçi gibi davranarak, sinirlerimizin sağlamlığını ölçmek istiyor sanırım…) Bildiride kısaca: (niye kısaca?) ‘Nobel, Pamuk’a verilmiş bir ücrettir’ denmiş.” (Doğru söylenmiş. Ancak, yukarıda adı geçen hemen herkesin Nobel’i almak için can attığına adım gibi eminim…)

“COETZEE’E NEDEN KİMSE SORMADI” adlı ara başlıkla hıncını ve hırsını sürdüren Akmen:

“Nobel Edebiyat Ödülleri Türk kamuoyunda bugüne değin ‘Eurovizyon Şarkı Yarışması’ kadar bile olsun ulusal duyguları şaha kaldırma gücü olmadığından olsa gerek; az önce andığım bildiriye imza atanlar arasında dahi bugüne değin pek tartışılmadı. (Yanılıyor; Demirtaş Ceyhun, o zamanlar ‘Edebiyat Cephesi’ diye bir dergi-gazete arası bir şey yayımlıyordu ve sürekli olarak Nobel’i de gündemine alıyordu. Sanırım 12 Eylül öncesi yaşı yetmediğinden, okur-yazarlık işine bakmayan Akmen, bilgisizliğinin kurbanı olmayı sürdürüyor. Salt Ceyhun değil, özellikle tüm sosyalist sanatçılar, Nobel’in anti-sosyalist bir mantıkla yürütüldüğünü sürekli olarak vurguluyorlardı.) Doğal olarak kamuoyu da koyunlaştı.” (Koyunlaşan biri varsa, o da kamuoyunu koyun yerine koyandır. 12 Eylül Faşizmi ve tüm solucan kılıklı aydınlar, halkın koyunlaşması için kıçını yırttı!.. Ancak yine de bu koyun kadar temiz gözlü halkımız, aydınlar kadar bile koyunlaşamadı. Başaramadınız!...)

“Oysa ödülleri veren İsveç Akademisi, özellikle son yıllarda bilinçli olarak Avrupa kökenli isimleri seçmekteydi. Başka bir anlatımla, (adam yazısına güvenemediğinden, ikide bir ‘başka bir anlatımla’ anlatmaya çalışıyor) Batı, diğer uygarlıklarla çatışmasını bu yolla da sürdürdü durdu. Çünkü Batı, kendisinden başka kimseyi ödüle değer göremezdi. (Görmesin!) Yani, Batı ile aşık atılmazdı. (Niye atılsın ki?!.) Şayet aşık atılmaya kalkışılırsa işin içine siyasi lobiler bulaştırılırdı. (Okurun beyin hücrelerini bu denli sığ konularla nasıl meşgul ediyorsun?!.. Merak ediyorum doğrusu!..) Oysa siyasi lobiler işin içine bulaştıkça, etraf daha bir bulaşıklaşıyordu. (Ağabeyciğim, emperyalizm lafını kullanmamak için bir araba laf ediyorsun. Değer mi?!.) Alın size sıradan bir örnek; Irak saldırganı ABD’yi eleştiren, sosyal eşitlikçi bir dünya uğruna küreselleşmeyi küçümseyen Suriyeli Adonis gibi bir şairin esamisi okunmadı da, Güney Afrikalı yazar Goetzee 2003 Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı. (Peki zat-ı aliniz o zaman Goetzee’nin durumunu değerlendiren bir yazı yazdınız mı?!.)"

“Nasıl aldı? Benim bildiğim, ona kimse: ‘Nasıl aldın’ diye sormadı.” (Sorulmadığına nasıl emin olabiliyorsun?!.)

“BATI UYGARLIĞININ AKILCILIĞINI GÖSTERMEK” ile bir ara başlık daha oluşturan Akmen;

“Coetzee’ye, ‘sen bu ödülü nasıl aldın’ diye soran olmadı, ama İsveç Akademisi Nobel Edebiyat Ödülü Jürisi’nin gerekçesi Coetzee’nin eserlerinde analitik zeka ve verimli diyaloglarla yabancılaşmayı anlattığına dayandırılıyordu. Yazarın eserlerinde çözümsel berraklık ve yüksek düzeyde ‘kompozisyon’ varmış. Ama ödülün verilmesinde gösterilen esas gerekçe, o tarihte her bir şeye ayna tuttu. Ne denmişti gerekçede? ‘…nitelikli kurgularında Batı uygarlığının akılcılığını göstermiş olması…”

“Dikkat buyurunuz; Güney Afrikalı Coetzee, batı uygarlığının akılcılığını göstermişmiş. Doğrudur. Onlar için başka uygarlık yok ki! (Olması mı gerekiyor?...) Başka uygarlıkların mistisizmleri, romantizmleri, epik coşkuları, insancıllıkları onlar için yok ki! (Var, vallahi var. Onlar mistisizmden çok hoşlanırlar. Onlar sosyalizmden nefret ederler.) O uygarlık yazarlarının, şairlerinin çözümsel berraklıkları, yüksek düzeyleri, analitik zekaları yok ki” (Adamlar, hem çözümsel ve hem de analitik sözlerini anlamakta zorlanabilirler. Çözümsel yada analitik sözcüklerinden biri olsa, sanırım daha anlayışlı olabilirler.)

“NE YAZMIŞIM BEN ‘İNSANCIL’A: “Evet… Seçici Kurul’un tutumu kısacası budur işte. Cumhurbaşkanı isterse görev süresi içindeki en büyük ayıbı işleyerek Orhan Pamuk’u kutlamamış olsun. Orhan Pamuk, bu koşullarda düzenlenen bir ödül varsa, allem etti kalem etti (kallem etti diye yazılmamış) kazandı, dolayısıyla ülkemize de kazandırdı. (Oh be!.. Gazi Mahallesi halkının karnı doymaya başladı bu kazançtan sonra…)

“İster inanın ister inanmayın, Orhan Pamuk ile kişisel bir yakınlığım yok benim. (Kimsenin kişisel yakınlığı yok!) ‘Cevdet Bey ve Oğulları’ dışında, dünyanın neredeyse kırk diline çevrilmiş kitaplarının tümünü biçem olarak, dil olarak, kurgu olarak kendimce ‘okunamaz’ saymaktayım. Yabancı dilde kurgulanmış, yabancı dillere çarçabuk çevrilebilmesi düşünülerek ve o yöntem yeğlenerek yazılmış romanlar gibi gelir bana Orhan Pamuk romanları. (Cevdet Bey ve Oğulları da Turgenyev’in Babalar ve Oğullar’ının duygusunu çalmış olmasın?!.) Başlarım, sıkılırım okuyamam. (Aslında hiç kimsenin okuduğu yok!) Üstüne üstlük, ‘İnsancıl’ın Haziran’2000 sayısına kendisiyle ilgili bir de yazı yazmışımdır. (İyi yapmışsınız!...)

“VAVEYLACI AYDIN KESİM: ‘KISA KESİN AYDIN HAVASI OLSUN’ MU DEDİ: O yazımda Orhan Pamuk’un ‘Yeni Hayat’ını –İletişim/ 1994- ele almıştım ve ‘Yeni Hayat’ın Paul Auster’ın ‘Şans Müziği’nden bir uyarlama (adaptasyon) olduğunu savlamıştım. Yetinmemiş, ‘Yeni Hayat’ı Paul Auster’in ‘Hayaletler –Metis/ 1993-‘inden basbayağı apartmış olduğunu yazmıştım. Aydın kesimin şimdiki vaveylacı cengaverleri sanırım o günlerde horlamaktaydılar ki ses gelmedi. (Demek ağabeyimiz tüm yazılanları izliyor.) Oysa ne tümceler vardı, ne tümceler… Savlarıma karşın, kimse tersini demedi bugüne değin. (Kim bilir, belki cesaret edememişlerdir.) Ne mutlu bana!” (Gerçekten ne mutlu sana!)

“ALDIRMAYIN! ÖDÜLÜN TADINI ÇIKARIN” (Yine bir ara başlık ve yine hınç dolu satırlar.) Bugün, yakın geçmişte bir İsviçre gazetesine: ‘Türkler 1 milyon Ermeni 30 bin Kürt’ü öldürmüştür’ şeklinde düşüncelerini açıklayan Orhan Pamuk kınanıyor, aldığı ödül neredeyse yadsınıyor. (Kınama hakkına sahip olmakla, yadsınması aynı tümcede kullanılmasa iyi olurdu.) Pamuk’un bu açıklamasında belge var mıdır bilemiyorum. (Bu da Mustafa Demirkanlı gibi ‘bilemeyenler’den.) Tarihi gerçekleri saptırıyor mu, orasına da karışamam, çünkü tarihçi değilim. (Bence, her insan, her konuda görüş belirtme hakkına sahiptir.) Bildiğim, Orhan Pamuk’un düşüncesini dürüstçe söylemiş olduğudur. (Amerika’nın ideolojisiyle beslenen insan ne denli dürüst olabilir?..) İnancım ödüle, söylenildiği gibi bu açıklamasıyla değil, yıllardır süren lobi çalışmaları sonucu, ‘Nobel Edebiyat Ödülü’ kurallarını uygulayarak ulaştığı yolundadır. (Niceliğin niteliğe dönüşmesi sonucu ‘dürüstlük’ hiçbir anlam içermez.) Gerisini boş verin siz. (İzin verin de ona biz karar verelim.) Nenize lazım, aldırmayın. (Aldırmak zorundayız.) Hem bu vaveylacılar, Nazım Hikmet 60’lı yıllarda ödüle değer görülseydi ‘vay komünist vay’ diye ayaklanmayacaklar mıydı sanıyorsunuz? (Sanmıyorum.) 1995 yılında ‘Bölücülük’ten yargılanıp 20 ay hapse mahkum ettiğimiz Yaşar Kemal, aynı yıl ödülü alsaydı ‘ulan pis bölücü’ denmeyecek miydi? (Bir; adam bölücü değil. İki; Nobel alacak denli ‘lobi’ çalışması yürütebilecek donanıma sahip değil.) Boş verin. (Vallahi boş veremem.) Öyle ya da böyle, ülkeye ilk kez ‘Nobel Ödülü’ geldi, varın tadını çıkarın.”

“ADI CEZAYİR OLARAK DEĞİŞTİRİLEN ‘MEŞUM’ SOKAK” (ile başlayan son bölüm) “Ödülün tadını çıkartamazsanız, o zaman daha birkaç yıl önce, turizm adlı ideolojinin kılıfıyla İstanbul’daki ‘Cezayir Sokağı’nı ‘Fransız Sokağı’ yaparken, Fransızların Cezayir’de yaptıkları zulmü anlatan belgeselin gösterimine engel olunmasını da anımsayın. Engelleme karşısında belgeselin yönetmeni Attila Hakan Ganimgil’in: ‘Buranın Türkiye toprağı olmadığını anladım’ açıklamasına aman sakın ola aldırmayın. Sokağın şimdilerde yeniden ‘Cezayir Sokağı’ haline getirilmesine hiç mi hiç kafanızı takmayın.

Vaveyla kopartın.

Nasıl oldu da aldı bu ödülü Orhan Pamuk?

Orhan Pamuk’u sopalayın.”

Buyurun, size bir tiyatro sitesinin sunduğu yazı…

***

Bir not: Ödül sözcüğünün insanı gönendirmek yerine, diğer insanlar üzerinde tahakküm kurdurarak, genelde toplumu, özelde ödül alan kişiyi (de) çürüttüğü kanısında olduğumuzdan, bu sözcüğün ‘ödün’ sözcüğüne yakınlığını da düşünerek, ‘ölüm’ sözcüğüne doğru bir yönseme oluşturduğu kanısındayız…

İkinci not: “Herkesin gücü oranında üretime katılıp, gereksinmesi denli kazanç elde edeceği” dünyanın kurulmasına her türden ödülün engel olacağı kanısında olduğumuzdan, nerede bir ödül töreni yada yarışma yapıldığını duyduğumuzda, oranın çürüdüğünü görüyor ve çürümeyen yanları daha net görebilmemizi sağladıkları için “ödül tartışmacıları”na teşekkür ediyoruz!...

tıkla: hilmibulunmaz.com
tıkla: tiyatrodergisi.com.tr