"Sinema hocam Film Festivali'ydi"
"Bıçak Sırtı"ndaki rolünün yanı sıra yakında vizyona girecek "Yumurta" filminde de oynayan Nejat İşler: "Sinemayla tanışmam yenidir, 10 yıl falan oldu. Sinema öğretmenim de İstanbul Film Festivali'dir. Her yıl 30-40 film izlerdim"
ASU MARO
Daha "Şehnaz Tango"da göründüğünde belliydi "farklı" olduğu. Uzun saçları, halka küpeleriyle hayatta nasılsa öyle çıkıp gelmiş, her an da gidebilir bir genç adam... Nitekim ikinci sezon birden yok oldu. Bedelini "Kaprisleriyle ekibi bezdirdi" gibi haberlerle ödedi. Bu onun hakkında uydurulan ilk şehir efsanesiydi, devamı da geldi... Kavgacı diyen oldu, gazetecileri sevmez, maçodur, terstir...
Cihangir'in kuş uçmaz kervan geçmez bir kafesinde buluştuğum adamın ise anlatılanlarla alakası yok. Gayet hoş sohbet, "Amma sordun, bitse de gitsek" havasından uzak, tam bir muhabbet insanı. Arada telefon geliyor, "Ne diyorsun? 3-2 mi bitti? Kaleye Bobo mu geçti?" gibi tepkilerle Beşiktaş-Trabzonspor maçından haberler alıyor. Üst üste çay içiyor, arada "İyi röportajlar Nejat abi" dileklerine cevap veriyor.En büyük derdi şöhretle. Sokakta tanınıyor diye neden değişmesi gerektiğini anlamıyor bir türlü. "Zaten" diyor, "şöhret böyle bir şeymiş, sen değil çevrendekiler değişiyormuş." O ise hep farklı olmayı, iddialı giyinmeyi sevmiş ve kadınlardan da hep ilgi görmüş biri olarak "Ben zaten kendimce dışlak bir heriftim. Bu yeni durum üstüne yeni bir şey ekledi ve o bana fazla geldi" diyor. Etrafın ördüğü "sert adam" duvarının da bununla ilgisi var zaten. Kendisini güvende hissettiği ortamlarda açılıyor ancak...
Yıllardır televizyondaki işlerini "Her an bırakabilirim" diye sürdüren Nejat İşler, bu yıl Fikret Kuşkan ve Mehmet Günsür ile "Bıçak Sırtı"nda oynuyor ve ilk kez bir dizi setinde hayatından çok memnun. Sinemada ise Semih Kaplanoğlu'nun "Yusuf Üçlemesi"nin ilk halkası olan "Yumurta"da annesinin ölümüyle yıllar önce terk ettiği memleketi Tire'ye dönen Yusuf rolünde.
"Yumurta"da bir kitapçı-şairi oynuyorsunuz. Bir zamanlar siz de kitap satıyordunuz...
Evet, Semih Kaplanoğlu benim kitapçı olduğumu bildiği için çocuğu da kitapçı yaptı, iyice bana doğru çekmek adına. Ben de aksine oradan sıyrılarak başka bir yere doğru götürmeye çalıştım işi, şaire doğru gittim ben de, kitapçı tarafının pek altını çizmedim mesela.
Kendinizi kitapçı gibi görüyorsunuz anladığım kadarıyla hâlâ?
Evet, tabii ki. Çok sevdiğim bir iş.
Bir röportajda "Oyunculuk mu kitap satmak mı?" sorusuna "Tabii ki kitap satmak" demişsiniz. Ciddi misiniz?
Evet ama tezgahta olursa, açık havada. Bir sihirli değnek güzel olurdu. Geriye dönmek isterdim o hale, çünkü çok güzeldi, sokaktasın, insanları seyrediyorsun, devamlı kitap okuyorsun. Benim kitap hastalığım olduğu için ben onu paraya çevirmeye çalıştım. Şimdi oyunculuk çok zamanımı aldığı için biraz uzağım ama en azından kitap okumayı bırakmıyorum. Ama o iş çok zevkliydi. Sokakta olduğun için sayısız insanla tanışıyorsun, sınıfsal ayrım yok, çok çeşitli, çok kültürlü bir durumdu. Oyunculuğuma da çok faydası oldu.
Kitaplara olduğu gibi, sinemaya bir tutkunuz var mıydı çocukluktan?
Açıkçası pek yoktu. Sinemayla yenidir benim tanışmam, 10 yıl falan, 10 yıldır merak ediyorum dünyada millet ne yapıyor diye. Sinema öğretmenim de İstanbul Film Festivali'dir. Okul gibidir benim için, bir festivalde 30-40 film seyrederdim.
Aktör olarak kendinize model aldığınız birileri var mı?
Yol gösterici olarak gördüğüm Müşfik (Kenter) hoca ile Fikret (Kuşkan) var. Bilmediğim yerlerde onların rehberliğinde yürüdüm açıkçası. Yan yana durarak. Mesela ben oyunculuk okuluna gitmedim, Müşfik hoca nerede ders veriyorsa oraya gittim. Mimar Sinan'daydı oraya gittim, Eskişehir'de ders verecek dediler, Eskişehir'i kazandım, sonra dediler Mimar Sinan'da tekrar, oraya gittim.
"Ya sokakta yatacaktım ya da bu noktaya gelecektim"
Oyuncu olarak hedefleriniz var mı?
Seyahat etmeyi gerçekten çok seviyorum, bunu işimle yapabilmeyi çok isterim. İşim sayesinde gideyim ki hazırdaki parayı yemeyeyim çünkü öyle bir para biriktiremeyeceğim kesin. Madem biriktiremiyoruz, bari işimizi o tarafa çevirelim. Aktör olarak bu dolaşımı sağlamak kolay değil ama kamera arkasına geçersem biraz daha rahat olabilir. Tiyatroda kendi oyunlarımı yazıp sergilemekten tatmin olmuştum, kendi dilimle konuşuyordum orada. Bunu sinemada da yapmayı deneyeceğim açıkçası.
Fena kazanmıyor olmanız lazım. Neden para biriktiremiyorsunuz?
Yeri var kazanılan paraların. Pek üst üste getiremiyorum, bilmediğim bir şey olduğu için. Benimle ilgili etrafımdaki insanların çektiği sıkıntı da odur, ben beceremiyorum bu işi. Normal gelmiyor bana. Ben sonuçlarıyla ilgileniyorum. Oradan oraya gidebileyim, birine hediye alabileyim, birine bir jest yapabileyim, o kadar...Zaten rahatsız edici bir durum. Mümkün olduğu kadar bu durumu alçakgönüllü yaşamak gerekiyor diye düşünüyorum. Gösteriş yapmadan. Yok çünkü kimsede. Herif benden 15 saat ve 40 yıl daha fazla çalışıyor ve yok. O zaman bir garip geliyor insana, ben o yüzden barışamıyorum mevzuyla. Benim için bir karar anıydı ama yani. Ya sokakta yatıp kalkacaktım ya buralara gelecektim, ortası kalmamıştı artık. O yüzden bu tarafa doğru gittim.
"Beni o halde neden 'Makina'ya çıkardılar?"
"Barda" izleyeni altüst eden bir film, herhalde çekerken de sinir bozucu olmuştur...
Oldu. Ama şeyi duymak daha saçma oldu. Seyredenlerden, hem de aklı başında birinin "Tecavüz eden Nejat olunca insan istiyor" dediğini duymak. Acayip sorulardan biri de röportajda şeydi, "Psikopat mısınız gerçek hayatınızda da?" Barda mesela servis yapıyorum, birisi yaklaşıyor yanıma, "Şimdi senin anana küfretsem ne olur?" diyor, "Allah Allah niye ediyorsun kardeşim durup dururken?" Ne kadar psikopat olduğumu test etmeye çalışıyorlar anladın mı? Bu bir rol.
O araya bir de "Makina" faciası denk geldi... Nasıl oldu olay?
Bir arkadaşıma bir işle ilgili hayır demem gerekiyordu. O akşama denk geldi. Ona hayır diyebilmek için biraz içmem gerekti. Dedikten sonra da kendimi çok kötü hissettim, benim alkolle olan maceram odur, kendimi kötü hissettiğim zaman kötü olurum. Birden her şeyi silip, sonra ne olacağının hiçbir sorumluluğunu da almadan çünkü çok sarsıcı bir durumdu benim için, önüme ne geldiyse içtim.
Hiçbir şey hatırlamıyorum. Evde açtım gözlerimi, sabahtı, saat çalıyordu, Berlin uçağı kalkacaktı. Uçağa yetiştim, ertesi gün bir sürü telefonlar gelmeye başladı. Ne oldu diyorum, ne oldu, sonra Youtube'da seyrettim. Vay dedim ya bu hale mi gelmişiz, vay anasını. Ama gerçekten merak ediyorum, o halde beni niye çıkardılar oraya. Çünkü kendi kendimi kontrol edecek durumda değildim.
tıkla: Milliyet