Biz, Oyun dergisi olarak, 12 Eylül Faşizmi'nin tüm kurumlarına karşı savaşım veriyoruz... 12 Eylül Faşizmi'nin getirdiği her türlü "yenilik"e karşıyız. Hatta; taksilerin sarıya boyanmasına, polis giysilerinin lacivertleştirilmesine bile karşıyız!... Süngünün ucuyla "kabul" ettirilen Anayasa'nın virgülüne bile karşıyız. Hiçbir yanını onaylamıyoruz. Zaten, zamanında "Anayasa'ya Hayır!" diyenlerdeniz: Zarfların transparan olmasına karşın!...
"Kırk katır mı, kırk satır mı?" sorusuna muhatap olmayı sevmiyoruz. Faşist Anayasa karşısına konulan bir başka Faşist Anayasa'yı kabul etmiyoruz!...
Herşeye karşın, bu durumun tartışılmasının yararına inanıyoruz. İATP-G'den aktarıyoruz:
Yeni anayasa taslağında sanatı ve sanatçıyı koruduğu iddia edilen 64. madde yok. Ne yapmalı?
Ömer F. Kurhan (24.09.2007)
Anayasanın devlete sanatı ve sanatçıyı koruma yükümlülüğü veren 64. maddesinin AKP hükümeti tarafından hazırlanan yeni anayasa taslağında yer almaması, biraz gecikmeli olarak tiyatrocuların da gündemine girmeye başladı. Tiyatrom sitesinin sayfalarında bu konuda forum niteliğinde bir tartışma da başlatılmış durumda. Bu tartışma sanatsal faaliyet içinde yer alan herkesi ilgilendiriyor. Ne de olsa tartışılan, tüm TC vatandaşlarının sanatla ilişkisini tanımlayan anayasal düzenlemenin nasıl yapılması gerektiği.
Tartışma 64. maddeye indirgenirse, daha en baştan mantığa kırk takla attırma sorunu yaşayacağımız kesin görünüyor. Nitekim, daha şimdiden “İyi kötü elimizde sanatı ve sanatçıyı himaye etme sözü veren ve anayasada kayda geçiren bir devlet var, hiç olmazsa bu kazanımı elde tutmaya çalışalım” yaklaşımları ortaya çıkmış durumda. En azından TOBAV-TOMEB açıklamasını bu şekilde okumak mümkün. Bu açıklamada ayrıca devlet tiyatrolarının tasfiyesi (özelleştirme ya da yerel yönetimlere devir) gibi bir tehlikeye de dikkat çekiliyor – ki bu çok daha kapsamlı bir tartışmanın konusu olmaya adaydır.
64. maddeye odaklanacak olursak, öncelikle bu maddeye anayasanın bütünlüğü içinde bakmak gerektiği söylenebilir. 64. madde diyor ki, “Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır.” Hami devlet vurgusuna sahip ve esas olarak profesyonel sanat seçkinlerini pohpohlayan bu madde, sosyal hayatta devlet otoritesinin rolünün azaltılmasını talep eden liberallerin ya da devlet otoritesinin tümden işlevsizleştirilmesini talep eden radikal özgürlükçülerin tepkisini çekecektir. Fakat devletin şefkatli yaklaşımına pozitif değer yüklense dahi, bu şefkatin örneğin “Bilim ve Sanat Hürriyet” başlığı altındaki 27. madde ile nasıl koşullandığına dikkat etmek gerekir.
27. maddede söylenen şu:
“Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.
“Yayma hakkı, Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz.
“Bu madde hükmü yabancı yayınların ülkeye girmesi ve dağıtımının kanunla düzenlenmesine engel değildir.”
Bu madde, makul olan birinci cümlenin hemen ardından, bizi Anayasanın 1., 2. ve 3. maddelerinin birlikte kurduğu ve milliyetçiliği, özelde darbecilerin “Atatürk” milliyetçiliğini ve homojen ulus-devleti yücelten karanlık labirente sevk etmektedir. Üçüncü cümle ise, yayın alanında yurt içi yayınların yanı sıra yurt dışı yayınların da denetime tabi olacağını vurguluyor. Kısacası mevcut anayasamız önce seviyor, sonra dövüyor.
Sonuç olarak, ne yaparsak yapalım, 12 Eylül’ün iyi saatte olsunlar’ının söylemini özetleyen mevcut anayasa hayatımızın derin bir parçası ve kabus gibi üzerimize çöküyor. Böyle bir durum yokmuş gibi devlet sanatı ve sanatçıları sevmeye ve kollamaya devam etsin demek ne kadar anlamlı? Mevcut anayasada söylenen belli: Eğer hizaya girer ve de itaat ederseniz, devlet baba da sizi sevmeyi ve kollamayı sürdürecektir. Aksi takdirde, bakınız örneğin 12 Eylül darbesi sonrasında tiyatronun ve tiyatrocuların başına gelenler.
AKP hükümet olalı beri, tiyatro alanındaki siyasallaşma askeri vesayet rejimini meşrulaştırma işlevi gören irtica karşıtlığı ve devlet kurumları içindeki bir çatışma üzerinden örgütleniyor. Durum öyle bir hal aldı ki, 12 Eylül ve askeri vesayet rejimi ile hesaplaşma dahi ya önemini yitirdi ya da göstermelik hale geldi. AKP’ye muhalefet edeceğim diye 64. maddeyi bağlamından soyutlayarak sanat ve sanatçılar adına bir kazanım gibi sunmak da demokrasi ve özgürlük mücadelesini çarpık hale getirmenin ötesine geçemiyor.
Şu anda tiyatro ortamının anayasa tartışmalarına örgütlü bir müdahale için elverişli olduğu pek söylenemez. Taciz ya da devlet yardımının parselasyonu tartışmalarından bir şekilde sıyrılıp bu tip meselelere yoğunlaşmak neredeyse imkansız gibi. Kirlenme ve çöküşün önüne geçmek için örgütlü bir mücadele vermeden toplumsal aydınlanma adına da bir şeyler söyleme imkanı olamıyor. Söylense bile inandırıcılık ve samimiyet krizi yaşanıyor.
Bir yandan tiyatro alanındaki kirlenmeye karşı etkili bir şekilde mücadele ettiğimizi varsayarak bu konuda bir şeyler söylemeye çalışacak olursak:
Yeni anayasada entellektüel faaliyetin toplumsal katılıma açık, baskı ve kısıtlamadan uzak, mesleki ve amatör olarak örgütlenme ve altyapı olanaklarının geliştirilmesi yönünde bir ilkesel belirlemenin yapılması talep edilebilir. Örneğin ticari olmayan entellektüel faaliyetin “amatör” sözcüğünün sözlük anlamı temel alınarak değil, yaratıcı ve her insanın katılabileceği bir insani faaliyet olarak sıradanlaşmasını sağlayacak bir toplumsal aydınlanma projesinin yeni anayasaya damgasını vurması için tabii ki çaba göstermek gerekir. Buna karşılık 64. madde savunusu, bağlamından soyutlansa bile, devletten himaye talep eden seçkinci bir çıkar gurubunun sözcülüğünü yapmanın ötesine geçemez. Bu da toplumsal “ortak akıl”ın ürünü bir girişim olarak kabul edilemez.
Son olarak bu yazının başlığında sorduğumuz soruya soruyla yanıt verelim: 64. maddenin kalkması hiç de kötü değil; asıl mesele yerine neyin ve hangi bağlamda konulacağı. Tartışma bu yönde ilerler ve örgütlü biçimler alırsa, umut var demektir. Aksi takidirde, önümüze konulanı kabullenmek ya da yapıcılıktan yoksun tepki üretimini alternatiflik sanmak gibi pozisyonlara düşmek kaçınılmaz.olacaktır.
tıkla