TİYATRO SAVAŞ ALANINA DÖNÜYOR
İstanbul'da çok kalmak nasip olmadı. Birkaç gün dinlendikten sonra, gene ver elini Karadeniz. Bu sefer Ünye'de çalışacaktım. Beşinci Karadeniz yolculuğuydu bu. Ayağım çok ağrıyordu ama, ne yaparsınız ki iş işti.
Ünye'deki otelde hiç yer kalmamıştı. Bir tiyatro grubu tüm odaları paylaşmıştı. Otelci pek heyecanlıydı.
- "Otelimizde tiyatrocular var" dedi, "Yani mücahitler geldi buraya. Gerçek sahneler olacak! Çarpışmalar olacak! Yunanlılar'ı nasıl denize döktük, onları seyredeceğiz. Kurtuluş Savaşı'nı temsil edecekler. Kusura bakmayın, hiç boş odam yok."
Şaşırdım kaldım. Doğruca resim yapacağım bankaya gittim. Adamlar bana iki düralit parçası ile bir-iki yırtık pırtık battaniye buldular. Boyaları koyduğum izbelikte yatağımı hazırladılar. İşte burada yatacaktım.
Mücahit denilen adamlar göğüslerini madalyalarla süslemişler; ellerinde tüfekler, otelin lokantasında sohbet ediyorlar. Aralarında dedem yaşında ihtiyarlar, delikanlılar, genç kızlar var. Onları görünce ben de coştum. Gidip tiyatroyu seyretmeye karar verdim.
Bir ilkokulun konferans salonundaydı gösteri. Bilet alıp girdim içeri. Oyun bir mücahidin sahneye çıkmasıyla başladı. Adam Yunanlılar'ın kötülüklerini, yaptıkları zulümleri anlatıyor. Çok geçmeden halkı galeyana getirdi bu konuşmalar. Hele Yunan askeri rolündeki oyuncular oyun gereği Türk halkını dövmeye başlayınca, iş iyice çığırından çıktı. Seyirciler kıpır kıpır. Çoğu bu oyunu gerçek sanıyor.
Piyeste cüppeli bir hoca efendi var. Yunan generalinin askerleri bu hocayı yatırıp bir güzel dövdüler. Birkaçı da, " Hıristiyan olacaksın!" falan gibi laflar etti rol gereği. Bu sırada hocanın güzel kızı sahneye girdi. Gür saçlarının tepesine iliştirdiği Yörük başlığı da pek yakışmış. Bu sefer Yunan askerleri kıza dönüp, "Generalimiz seni istiyor" dediler. İşte burada heyecan son haddini buldu. Salonda bir homurtudur gidiyor. Oyun devam ediyor. Yunanlı general kıza yaklaşıp sert bir dille onu istediğini söyledi. Kız direndi: "Gelmem, ben bir Türk kızıyım!" Bunun üzerine general sinirlenerek askerlerine döndü: "Bu kıza cezasını verin!" Hoca avaz avaz bağırıyor, "Kızım elden gidiyor!" diye.
Yunanlılar'ın vahşeti devam ediyor. Askerler hocaya sille tokat giriştiler. Bu sırada salonda pek hayra alamet olmayan bir dalgalanma oldu. Bir bölüm seyirci taşkınlık yapıyor. Fazla ateşliler sahneye çıkıp Yunanlı generalle askerlerine ha saldırdı ha saldıracak...
Bir an oyun durdu. Sahneye ilk çıkan mücahit, belinde fişekler, parlak çizmeleri, sırtında tüfeğiyle gene sahnede belirdi. Salondaki dalgalanmanın bitmesini bekliyor. Sonra başladı konuşmaya:
- "Arkadaşlar, dikkat ediniz, lütfen sakin olunuz. Sahnede gördüğünüz bu Yunan generali de, askerleri de hepsi Türk çocuklarıdır. Bu bir oyundur. Bizler de artistiz. Yani tiyatrocu, sanatçı... Sakin olunuz. Öbür köylerde bu arkadaşları çok fena dövdüler. Bakın, yüzleri gözleri hala yara bere içinde! Sizden rica ediyorum: Sakın burada da aynı hataya düşmeyelim!"
Hemen ardından İzmir zeybekleri girdi sahneye. Belki de halkı yatıştırmak için zeybeklerin oyunu bahane. Bu arada tüfekler falan atılıyor dan, dun! Ortalık birdenbire karıştı. Sanki tiyatro değil, savaş alanı!
Nihayet, "Yunanlılar'ı öldürdük, temizledik. General teslim oldu..." falan derken, seyirciler biraz sakinleşti. "Yaşa", "Bravo" sesleri yükselmeye başladı. Böylece tiyatrocular güç bela kendilerini kurtardılar.
Yirminci yüzyılın sonlarına doğru Karadeniz'de yaşadığım bu olay, hala tüylerimi diken diken ediyor.
ÇAYKA / Salih Acar "geride kalan yıllarım" Redhouse Yayınevi - 1982 sayfa: 271/272