12 Haziran 2007 Salı

Deryanın Uykusu

Özgür Başkaya


“Bu yazı, varolan akıntıya dur demeye çalışan azınlık içindir.”

“…sen bakma denizin durgunluğuna, derya dediğin uyur, uyur uyanır…” - Şeyh Bedreddin…

Türkiye aldı başını gidiyor…

Ama nereye olduğu belli değil. Yaşanan kepazeliği anlatmanın bir mantığı yok... Herkes biliyor ve yaşamaya devam ediyor. Asıl acı olan bu. Çünkü seyirci kalıyor, seçtiğini sanıyor ve alkışlıyor. En temiz ağızlarda dahi pop star konuşuluyor…Artık kazanma ve ezme amaçlı yeni programlar yapılıyor … İnsanlar buna alet ediliyor... alet oluyorlar…

Tüm bunlar bilinçli yapılıyor…Hayat bu denilerek geçiştirilmeye çalışılıyor... Lâkin sonuç ortada... Yaklaşık70 milyon insanın yüzde yetmişi-sekseni insani ekonomik asgarinin altında yaşıyor…Ve bunun bilincine varıp, ayağa kalkmasın, itiraz etmesin, isyan etmesin diye ona pop star vb.. seyrettiriliyor…Şairin dediği gibi... “çünkü onu düşünmeye alıştırmadılar…”

“Ben evleniyorum” diye programlar yapıp insanî sevgi, aşk, beraberlik düşüncesine darbe vuruluyor, genç insanlar bu işe alet ediliyor... Velhasıl İnsana ihanet ediliyor…Bu ihanet sürecinin kanalları programların telifini değiş tokuş ediyorlar, sistemi yeniden üretmek üzere oyunlar oynuyorlar, manipülasyorlar yapılıyor... Para kazanmanın vahşi tavrıyla işler yürürken; cahilleştirilmiş, yoksullaştırılmış ve özne olmaktan çıkarılmış pasif-edilgen kitleyi vaatler ve reklamlarıyla kandırarak paranın saltanatını idame ettirmeye devam ediyorlar…

Sistem, şimdilik, düşünemez, bakamaz, göremez sorgulayamaz bir insan tipi üretmeyi başarıyor. Rahatsız edici olan şu ki, bu amaçla aktörleri, aktrisleri kullanıyor…

Starlar neden çıkıyor, çıkartılıyor? 15-16 yaşlarındaki kız çocukları neden vamp kadınlar haline getiriliyor... popüler kimlikler neden insanlığın zavallılığı ile yüceltiliyorlar?

İşte tüm bunların yanıtı insansızlaştırılmış, etik değerlerini kaybetmiş, sevmeyi unutmuş toplumda yatıyor… acıyla yatıyor…

Altı büyük sanat dalından sonra sinema, bize teknoloji ve insanlığın yeni ufuklarını getirmişti… Olumsuz yönleri vardı ama insanlığın ilerlemesi konusunda tartışma götürmez bir yere ve öneme sahipti… Keza, televizyon da almış başını yürümüştü… Ancak, ahlakî olarak insanlığın toplumsal hizmetine sunulması gereken bu araç; insanî değerlerin manipüle edilmesinin bir aracına dönüştü. Artık mal satmanın, kâr etmenin,ahmaklaştırmanın aracından başkası değildir. Yakışıklı adamlar ve güzel kadınlar hayatımızı fethetmek için aptal kutusundan bize seslendiler... Kullanıldıklarını bilerek yada bilmeyerek…

Burada bir tartışma gündemi oluşturulmaya çalışılıyor... Diplomalı cahillerin bizi uyutması üzerine... Bunun yanlışlığı üzerinde durmak bile istemiyorum... Sorunun kaynağını, gerçek nedenleri tartışmak varken, cukkayı kimin alması gerektiğini tartışmayı anlamlı bulmuyorum…

Rolün nedeni uyutulmadır, uyutmadır…Düşündürtmemek ve insanlık yerine kediliği, kaplumbağalığı dayatma işidir bu... Hayvanların insandan ayrımı hep tartışıla gelen bir konudur…Onlarda yer, çitleşir, uyur… İşte buradaki farkı anlamasın yoksul kitleler, ezilen dünya, lanetlenmiş çoğunluk…. Postmodernizm budur…Dert budur...iyi tahlil edilmelidir…

Star sisteminin insani boyutu yoktur... İnsanlık adına değildir…Kişileri öne çıkarırken sistemin sürekliliğini sağlamak, onu yeniden ve yeniden üretmektir temel amaç... İnsanın “özne” olmaması düşüncesinin temel koşuludur ve bunun için kullanılmaktadır…

Yaşadığımız süreçte, sorunun temelini-aslını unutup, dönemden-yaşanılandan pay alma yarışı hayata geçmiştir… “Ne için yaşıyorum?” sorusu yerine “daha çok nasıl kazanırım?” sorusu hakimdir. Aman mektepli oyuncular olsun düşüncesi ise bu bilgisiz bilgi hegemonyasının, iş yaratma ve kazanma mantığının sonucu hayata geçirilmek istenmektedir…Sistemin ekmeğine yağ sürmenin yeni adının bu olduğu maalesef görülmemektedir, ya da bilinçli bir kurguya alet olunmaktadır…Cehaletin daniskasıdır bu... söylenecek söz bulunamamaktadır…

Mankenler oyuncu olamaz! Vb. türünden ahlâklı olmaya çalışan, ama temeli unutup mektepli hegemonyasını idame ettiren bir anlayış dayatılmak istenmektedir...(Mektepli olduğumun okuyucu tarafından bilinmesini isterim…) Ayrıca konserve eğitim veren okulların vahameti başka bir yazının konusudur, burada girmeyi uygun bulmuyorum…

“Sanatçı ışığı alnında ilk hissedendir” gibi veciz bir söz var… Burada sanatçı yerine yalancı, riyakâr, ahmak, uşak gibi kelimeler kullanmak mümkündür…Sistemi yeniden üretmek için sanat yapmak, ışığı alnında hissetmek ise, burjuvazinin kucağına oturmakta eşdeğer bir ışığı hissetme işidir…Yaşanan süreçte, günü kurtarıp konforlu bir hayatı yakalamayı belki sağlar, ama bu genç kızların bilerek yada bilmeyerek fahişeleştirildiği, insan onurunun ayaklar altına alındığı, zorla sanal yaşamlara sürüklendiği ve insansızlaşıldığı gerçeğini ortadan kaldırılamaz...

Sanatçının bir bedevi tavrıyla yaşaması gerçeğine inanıyorum...Dünyayı güzelleştiren, insanlığa gerçekten yol gösteren, insanı ve insanî değerleri her şeyin üzerinde tutan…

Reklamlara ve dizi kültürüne gelince…

Varolan sürece doğru tahlil etmek gerekir… Diziler oyuncu arkadaşlarımızın ekonomik çıkarı gibi görünmektedir... Halbuki tiyatro sanatının maalesef ölmeye yüz tuttuğu bir süreçle karşı karşıyayız. Teknolojinin şimdiye değin insanlık yararına kullanıldığı, televizyonun da bunun ürünü olduğu safsatalarına elbette inanmıyoruz... Anadolu’daki üç bin yıllık tiyatro kültürünün neden yok edilmeye başlandığını iyi araştırmak gerekir... Elbette bununla televizyon yok sayılıyor veya inkâr ediliyor değil... Sadece yaptığımız işin etiğinin iyi değerlendirilmesi gereğini vurgulamaya çalışıyoruz…Reklamsa başlı başına bir olgudur... Daha öncede söylediğim gibi; estetik değerlerini mal satmanın bir aracı olarak kullanmak, kısa yoldan para kazanmak, büyük firmaların, holdinglerin uşağı olmak sanatçının işi değildir... olmamalıdır…

Her mesleğin olmazsa olmazları vardır…

Gazeteci yalan haber yazmamalıdır…Doktor, işkence görmüş birine ‘başını duvara vurmuş’ diye rapor veremez, vermemelidir. Mimar sağlam olmayan bir binaya sağlam raporu veremez vb..İşte tiyatrocu da reklamda oynayamaz...Oynuyor biliyoruz…

Ama oynamamalıdır diyoruz... Oyuncu tezgâhtar değildir… (tezgahtarları aşağılamadığımız bilinsin... Her sözden bir şey çıkaranlara karşı hazırlıklı olduğumuz da bilinsin.) Herhangi bir para babası kapitalist daha fazla kazansın diye onun uşaklığını kıytırık paralar karşılığında yapamaz oyuncu…yapmamalıdır…Burada önemli olan, bu yolla kazanılanın ‘nicel büyüklüğü’ değildir elbette... Kimlerin (maalesef kimlerin hem de) nerelerde hangi reklamlarda oynayarak oyuncu etiğimizi sarstığını görmekteyiz... ve bu tür manzaralar umudumuzu zorlamaktadır... Ama umudun kırıldığı yerlerde yeni umutlar vardır ve biz onları görmeyi öğrendik… bu düzen böyle gitmeyecektir…

Sanatçı diyeceği olandır… Estetik kaygısı olandır ve asıl önemlisi, bunu insanlık yararına yapmak durumunda olandır...Misyonu, yaşadığı çağla derdi olmak, onu dönüştürüp değiştirmeye çalışmak olmalıdır. Dünyanın ve insanlığın yarınını düşünmeden nasıl estetik kaygılar duyulabilir ki? Ekolojik, toplumsal, eşitlikçi, özgürlükçü kaygılar taşımadan nasıl yaşanır ve hangi mesajlar verilebilir? Yoksulluk, baskı, ve zulüm karşısında tavır almayan, gereğini yapmayan birinin hala söyleyecek sözü var mıdır?

Çocuklarımıza da güzel bir dünya bırakmak zorundayız…Daha insani ve sanat dolu bir dünya için tiyatro yapmamız gerekiyor…var gücümüzle tiyatro yapmamız…

“Yaşamınızda ölmeye değer bir şey yoksa onun anlamı nedir?” gibi bir şey söylüyor bir yazar... Tiyatro ölmeye değerdir…inanın…çünkü tiyatro gerçektir ve gerçek birdir, gerçek insandır…

Deryanın uyanma zamanı gelmiştir... Hadi onu uyandıralım…