6 Mayıs 2007 Pazar

TÜRKİYE… TİYATRO… UYANMAK…

Kemal ORUÇ
17. 04. 2007

Oyunlarıma davet ettiğim insanların "KOMEDİYSE GELİRİM." demelerine kızmaya başlıyorum artık. "Kıç, baş sallamalı", içeriksiz komedi oyunlarını ballandıra ballandıra anlatanlara daha da çok kızıyorum.

Maalesef şu sıralar Türkiye'de güldürüden başka bir şey aranmıyor tiyatroda. Bu amaçla tiyatroya gidiyor -üniversiteli de dahil- tüm öğrenciler, öğretmenler, doktorlar… Kısacası toplumumuz bireylerinin çoğu… Onun içindir ki salt güldürme amaçlı oyunlar ilgi görüyor. Sadece gülmek ve eğlenmek için bu oyunlar seçiliyor. Peki neden bu böyle? Türkiye'de insanların böyle düşünmelerine neden olan nedir? Tiyatro sadece anlık eğlenceler sunmak için mi vardır? "KOMEDİYSE GİDELİM." anlayışı neden ortaya çıktı? Neden bir oyuna gidilirken "Acaba konusu, mesajı ne?" diye sorulmuyor? Tamam, eğlenceli olmasının sakıncası yok, ama içeriği de önemli değil mi?

Shakespeare tiyatro için: "İnsanı insana insanla ve insanca anlatan sanat." tanımını kullanmıştır. Tiyatro salt güldürmek için varsa, peki Shakespeare neden böyle bir tanım kullanmıştır? Tiyatro insana ne anlatır? Bizi anlatıyorsa neden hep gülmek istiyoruz? Bizim acılarımız, kaygılarımız, çözmemiz gereken problemlerimiz yok mu? Shakespeare' in bir bildiği vardı elbet: Tiyatro gülmekle ağlamak arasındadır.

Güldürüyü tercih etmemizde, kuşkusuz, Geleneksel Türk Tiyatrosu'nun "eğlenceli" oluşunun etkisi büyüktür. Ama Geleneksel Türk Tiyatrosu da eğlendiriciliğinin yanı sıra, mutlaka mesaj verme kaygısı taşır. İnsanlara, gülmece arasında, hissettirmeden mesajlarını iletir, taşlamalarını yapar. Günümüzde Geleneksel Türk Tiyatrosu oyunları ya sergilenmiyor ya da yeteri kadar kitleye ulaşmıyor. Kukla ölmek üzere, ramazan ayı dışında Hacivat- Karagöz oynatılmıyor. Klasik ortaoyunu bile yok olmaya yüz tuttu! Klasik oyunlara fazlaca yöneldiğimiz şu günlerde insanlar, oyunun içine girmek istemiyor. Tembellik edip; düşünmek, tamamlamak ve sorgulamak istemiyor. Ama salt komedi olsun, dışarıdan izleyip kahkahalarla gülüyor. Kıç baş sallama oyunlar moda oldu bu yüzden! Ben çok uykulu ve uyuşuk olduğumda düşünmek istemem, düşünemem de zaten. Seyirci de mi uykulu? EVET! Beyinlerimiz uyuşturuluyor! Uyutuyorlar bizi!

Tiyatro nedir? Tiyatro bir sanat, bir düşünce, bir felsefe... Yani sadece sahnede olup biten değil, yaşamın her anında, istenildiğinde kullanılabilen bir düşünce biçimidir. Güldürür, ağlatır, düşündürür, kuşkulandırır, arayışa yönlendirir. Bazen direk olarak doğru olanı gösterir, bazen ipucu verir, yol gösterir ve seyirciyi uyararak doğruyu kendisinin bulmasını sağlar. Silkeler bireyi, uyandırır toplumu… Küçük bir oyunda bile kurguyu tamamlayan birey, bundan yola çıkarak "Memleketimde neler olup bitiyor?" diye düşünmeye başlayabilir. "Ne oyunlar dönmüş ben uyurken?" diyebilir. Oyunu, olayı sorgulayan birey zamanla kendisini de sorgulamayı öğrenebilir. Sonra da çevresini, toplumunu, yönetenleri…

Peki Türkiye'de neden "gerçek" tiyatro tercih edilmiyor da sadece eğlencelik oyunlar tercih ediliyor? Çünkü ekonomik ve ruhsal açıdan çökertilen Türk insanı, her açıdan tembel yetiştiriliyor. Düşünmeye yönelik her işten uzak kalıyor bu yüzden. Her şeyin kolayına kaçıyor. Yapan değil izleyen olmayı tercih ediyor. Bırakın izlediğinden bir ders almayı, herhangi bir sorunun çözümünü bile izlemeyi istemiyor. Peki neden?

Öncelikle, siyasi değişimleri bizden gizli tutmak için "televole kültürü" empoze edildi. Ne zaman ülke siyaseti bir çıkmaza girse televole haberleri çoğaldı ve dikkatimiz bu yöne çekildi. Hemen ardından kuşum aydınlar, yetiş bacım seda ablalar, ajdarlar türedi televizyonda. Magazincileri soktular hayatımıza! O da yetmedi gariban halka bir miktar para verildi "Oğlum kayboldu, kocam dövüyor diye ağla televizyonda." denildi. Biz de onları izleyip "vah vah!" derken kendi derdimizi unuttuk. Bastırdık, içimize attık… Tıpkı Roma Tiyatrosu'nda, gladyatörün köleyi öldürdüğünde, savaşçı Roma halkının savaşma ve kan dökme arzusunu bastırdığı gibi…

Sonra, toplum olarak siyasette kesin bir tercihimiz yok. Bir dönem sağcı kesim geliyor yönetime, bir sonraki dönem muhafazakar kesim, daha sonrakinde solcu kesim… Bu da aslında toplumca ne kadar tutarsız olduğumuzu gösteriyor. Tiyatro da insanı insana anlattığı için yaşadığı ortamdan etkilenmek zorundadır. Dünya tiyatrosuna baktığımızda siyaseti kesin bir düzene girmiş ülkeler tiyatroda öncü konumdadır.

Bozuk eğitim sistemimiz de en büyük neden… Yaratıcılıktan uzak, öğretmen merkezli, ezbere ve teoriye dayalı eğitim sisteminde öğrenci kendi bulmuyor, öğretmen ne yaparsa aynısını taklit ediyor! Bir kalıba sokuyorlar bizi ve okul bittiğinde tek başımıza ne yapacağımızı bilmeden ortada kalıveriyoruz. Kendini bir şekilde yetiştiren öğrenci de büyük adam oluyor, uygulama yapacak alan ve destek vermiyorlar! Kendi alanımızı da var edemiyoruz. Bunu gören çocuklar "Neden kendimi geliştireyim ki?" diyor.

Hızla gelişen teknoloji hayatımıza öyle çok müdahale ediyor ki; cep telefonu olmadan evden çıkamıyoruz, durmadan çalan telefonlar yüzünden arkadaşlarla sohbet edemiyoruz. Bilgisayar oyunlarından ve internetten başını kaldırmayan çocuk diğer çocuklarla sokakta oyun oynamayı unutuyor. (Gerçi sokağa çıksa da taş betonlar arasında oyun oynayamıyorlar.) Hesap makinesine o kadar alıştık ki bakkalda bile kafadan hesap yapamıyoruz. Arabalar kaldırımları kapattı, yürümeye üşendik, dolayısıyla kilo problemleri patlak verdi. Eve kapandık: "Nasıl olsa cepten ararım istediğimi, olmadı MSN de konuşurum" diyerek. Dolayısıyla, yüz yüze, göz temasıyla ve hatta dokunarak konuşmayı unuttuk; e- posta yüzünden, manevi değeri yüksek el yazısı mektupları bir kenara ittik. Açtık televizyonu ya da bilgisayarı beynimizi uyuşturdular. Sonra uyuduk!

Tiyatronun asal görevi bireyi ve toplumu uyandırmaktır. Peki Türkiye'de tiyatro yoluyla bireyler nasıl uyandırılır? Tiyatro nasıl olur da bu ülkenin gelişmesine, belli bir düzene girmesine yardımcı olur?

Öncelikle eğitim sistemi bir düzene girmeli ve tiyatro bu sistemin temel taşlarında biri olmalıdır. Okul öncesinden başlayarak okullara seçmeli değil, zorunlu drama dersi koyulmalıdır. Eğitici ve yaratıcı drama teori olarak değil uygulama olarak önce öğretmenlere verilmeli; sonra doğru olarak öğrencilere uygulatılmalıdır. Drama uygulamalarında kişi, grup çalışmasının ve paylaşmanın önemi öğrenir. Empati yeteneği gelişir; başkalarına saygı duyan, topluma yararlı bir birey olur. Drama, üretmektir. Balık vermez, balık tutmayı öğretir. Ezberci sistem ortadan kalkar. Uyuşuk beyinler yetişmez! Uyanık tutar bireyi! Dışarıdan izleme yoktur dramada, birey oyunun içinde olur ve "kendi" yaratıcılığını kullanarak oyuna katkıda bulunur. Kendini ve çevresindekileri sorgulama fırsatı bulur. Dramanın asal amacı budur. Bu durumu genel olarak düşündüğümüzde şöyle olacaktır. Bir sürü olay olup bitiyor Türkiye'de ve büyük bir çoğunluk seyirci kalıyor bunlara! Oysa kişi, olayın içine girip "kendi" fikirlerini kullanarak bu olaya müdahale etmeli ve olayın seyrini değiştirmede bilinçli topluma destek olmalıdır. Bu şekilde yetişen birey kendi isteğiyle, doğru oy kullanmayı bilecek, ülke siyaseti düzene girecek, "kim kimi düdüklerse" düşüncesi ortadan kalkacak ve insanlar birlikte, birbirine saygılı olarak düzenli yaşamaya başlayacak.

Türkiye'de okullara resmi olarak tam bir tiyatro dersi en son 1915 yılında koyulmuş ve iki yıl kadar sürmüş, sonra tekrar kaldırılmıştır. Muhsin Ertuğrul ve İsmayil Hakkı Baltacıoğlu okullarda tiyatro uygulamaları yapılması gerektiğini savunmuştur. Türkiye'de, çağdaş anlamda drama Prof. Dr. İnci San ve Tamer Levent öncülüğünde 1980 yılında uygulanmaya ve yaygınlaştırılmaya başlanmıştır. Oysa tiyatroda öncü olan ülkelerde drama dersi yüz yılı aşkın bir süredir, etkin ve düzenli bir biçimde, uygulanmaya devam etmektedir.

Yeni müfredata seçmeli drama dersi koyuldu; ama peki kim verecek bu dersi? Okuldaki, eski sistemle yetişen öğretmenimiz bu işi yapamıyor. Yeni bir eğitim almaya yanaşmıyorlar. Hoş, yeni sistemde de drama formasyon eğitiminde hiç yer almıyor. Ders içinde de 5 dakika içinde anlatılıp bitiriliyor. DRAMA… Biliyorum, yaşadım. Dönemlik derslerde de not zorunluluğu devreye girince drama etkinliği amacını bir anlamda yitirmiş oluyor. Avrupa'da tam altı ay sürdü dramanın eğitimde nasıl kullanılması gerektiğiyle ilgili çalışmalar. Türkiye'de ise bir sabah uyandık, baktık seçmeli drama dersi koyulmuş müfredata… Bu işi nasıl uygulatacağını bilmeyen matematik ve Türkçe öğretmenim de haklı olarak bu derste kitap okuttu ya da problem çözdürdü öğrencilere.

Bu yöntem sadece okullarda değil, insan topluluğunun olduğu her yerde uygulanabilir. Bunu iki örnekle açıklayayım:

Spor okulları bu yöntemi kullanmaya başladı. Akıllıca… Çünkü çocuk kendini ilk keşfetmeye başladığında hep rekabet ister. En başta kendisiyle yarışmak ister. Hep daha hızlı olmak, daha iyi olmak ister. Hızlı ve benmerkezci gelişiminin bir sonucu olarak; önce daha hızlı emeklemek, sonra daha hızlı yürümek ve en hızlı koşmak ister. İlk önce hedefe o varmalıdır. Bunun için bireysel sporları tercih eder. Ama Türkiye'de en çok izlenilen ve ilgi gören spor dalları sırasıyla; futbol, basketbol ve voleyboldur. Görülüyor ki bu spor dalları başlı başına takım oyununu gerektiriyor. Ama çocuk bu derslerde topu aldığı gibi tek başına rakip sahaya gidiyor. Pas atmak istemiyor, her an pas istiyor. Bunun için spor okulları bu spor derslerinin yanında drama eğitimi veriyor öğrencilere ve nasıl takım olunacağını öğretiyor. Çocuk drama etkinliğinden çıkınca, sahaya geliyor ve ne zaman pas verip ne zaman pas istemesi gerektiğini biliyor. Aynı şekilde, gelişmiş şirketler de çalışanları arasında tiyatro ve drama etkinlikleri düzenliyor. Böylece çalışanlar arasında paylaşım ve takım ruhu güçlenmiş oluyor. Kaliteli üretim artıyor, Türkiye ekonomisine katkı sağlıyor. Bunun gibi birçok yerde tiyatro ve dalları uygulanıyor. Önemli olan sadece toplu olarak ortak bir iş yapmak değil, yapılan işteki dramatik olan yanı paylaşmak ve birlikte yaşamaktır. Yine de en doğru olan, temelde yani okul öncesinde verilen drama eğitimidir. Özel anaokulları ve ticari okulların birçoğu bunu yapmaya başladı bile.

Sonuç olarak, birey öncelikle kendisi uyguladığı için dramayı tanır ve aslında dramanın gerçek amacının ne olduğunu öğrenir. Tiyatroya faydalı tarafı ise şudur: Drama etkinliğinin içinde yer aldığı için oyunun önemini bilir, tiyatroyu NEDEN ve NASIL izlemesi gerektiğini öğrenir. Bu uygulamalar, yararlı toplumlaşmayı öğrettiği gibi iyi birer seyirci olmayı da öğretir. Kişi, oyunu salt gülmek için değil; oyunun içinde olup mesajı almak ve kurguyu tamamlayarak, analitik düşünme yeteneği ile yaratıcılığını geliştirmek için izler. Tiyatro, eğlenceli olmasının yanı sıra, tüm duygulara ve beyne hitap ederek bireyi; çalışan, üreten ve düşünen kişi olmaya iten bir sanat dalıdır.

Bütün bu söylediklerim hayal gibi gelebilir size; ama tiyatro düşüncelerin eyleme dökülmesidir zaten. Önce düşüneceğiz, hayal kuracağız; sonra da bu hayalleri gerçekleştireceğiz. Hayallerimizi gerçekleştirmenin en iyi yolu da UYANMAKTIR!

GÜNLERİNİZ AYDIN OLSUN SEVGİLİ DÜŞÜNCE DOSTLARI!