Öncelikle şunu belirtmeliyiz: Her amatör tiyatro, devrimci değildir...
Bir amatör tiyatronun; devrimci olabilmesi için, her şeyden önce, bu anlamda savaşım vermesi ve devrimci önderlerin görüşlerinden beslenmesi gerekir...
Bir amatör tiyatro; Marks, Lenin... gibi siyasal önderleri yada Brecht, Nazım... gibi sanatsal önderleri dağarcığına katmıyorsa, o grubun devrimci olduğu söz konusu olamaz...
tavır dergisinin Nisan/2007 tarihli 60. sayısında, muhabir soruyor:
Size özel bir soru sorabilir miyim? Dizilerde rol alıyorsunuz belki de hayatınızı daha rahat sürdürebilecekken, “Bana ne kardeşim, niye ben uğraşayım.” demiyorsunuz, bir sürü derdi sıkıntısı olan tiyatro için çalışıyorsunuz, neden?
İstanbul Tiyatora Kumpanya'nın sorumlusu Ali Çoban yanıtlıyor:
Evet aslında ben televizyondan kazandığım paraları böyle yerlere harcıyorum. Televizyonda çalışmayı çok isteyerek seçmedim, zorunlu olarak ekonomik getirisi olduğu için yapıyorum. Yapmaya da devam edeceğim. Çünkü bu tür alanlar yaşayacak bu şekilde. Birkaç nedeni var televizyonda çalışmamın. Birincisi kendi hayatımı sürdürmek zorundayım. Çünkü hiçbir ödenekli toplulukta çalışmayı istemedim, Devlet Tiyatrosu, Şehir Tiyatrosu, akademisyen olduğum halde istemedim.
tıkla: tavır
Şimdi de Ali Çoban'ın görev aldığı Yaralı Yürek dizisinin tanıtım yazısı:
Babasının ölümünden sonra Tahir Ağa’nın konağında hizmetçi olarak çalışmaya başlayan Beyaz, ağa tarafından tecavüze uğrar. Tecavüzden haberi olmayan ağanın oğlu Celal, babasının tüm itirazlarına rağmen Beyaz’la evlenir. Beyaz gerdek gecesinde bakire çıkmaz ve töre kanunları devreye girer. Beyaz öldürülmek üzere Fırat Nehri’ne atılır ama boğulmaktan kurtulur. Ancak Beyaz’ın kötü kaderi kocası tarafından geneleve satılmasıyla devam eder.
tıkla: Yaralı Yürek
Ali Çoban ve grubunun yaptığı iş, aşağı yukarı belli... Halkı zehirleyen dizilerde suret olmak ve buradan kazandıkları önemli paraların bir kısmını da, bireysel tatmin duygusunu geliştirdikleri tiyatroda harcamak...
Bu kanıya nereden varıyoruz?
Şuradan:
Ali Çoban - (tavır'dan) "Ya anlatmak zor, bu bir hastalık bu bir tutku…"
Sanat, hiçbir zaman anlatılması zor olan birşey değildir. Sanat, hiçbir zaman hastalık değildir. Hele bulaşıcı hastalık hiç değildir. Tutku yanı vardır, ama salt tutku değildir...
Sanat, her insanal edimde olduğu gibi; sınıfsal duruşun imgesel ve güzelduyusal yansımasıdır...
Siz, bir yandan halkı uyutan dizilerin nesnesi olacaksınız, diğer yandan da, halkı dönüştüren özne olacaksınız... Böyle bir denklem, henüz ne icat edildi, ne de keşfedildi... Herşeye karşı olduğu gibi, devrimcilerin ölçütü olan diyalektik yasaya da aykırı bir durum bu...
Şunu anlayabiliriz; örnekse bir zamanlar Bizim Tiyatro patronu Zafer Diper'in yaptığı gibi kasaplık işiyle uğraşır, kamuoyunu ilgilendirmeyen bir alandan para kazanır, kazandıklarınızla (Zafer Diper'in hiçbir zaman yapmadığı gibi) devrimci sanatın ivmelenmesi için savaşım verirsiniz...
Halkımızın güzel sözlerinden biri de şudur: "Hak için kurban, küp için kavurma." Dinsel ve vicdani sorumluluğu için kurban kesenlerin, kendileri için kavurma yapıp, kurbanın "toplumsal" sorumluluğunu ıskalamak gibi bir durum ortaya çıkıyor:
Parayı kapitalizmi güzelleyen dizilerden kazanıp, tiyatroyu da, sözde toplumsal işlev için birkaç bin kişiye yönlendirmek...
Milyonlarca insan, televizyondan zehirlenecek ve binlerce insan da tiyatrodan aydınlanacak!
Gülünecek bir durumla karşı karşıyayız...