24 Mayıs 2007 Perşembe

Küp film

Halit Karaata

231 - Film ön yazısız başlar. İlk görüntü çarmıhtaki İsa’yı andıran duruşlu bir adam görüntüsüdür. Adam hareketsiz olarak doğal olmayan bir mekanda durmaktadır. Mekan küp şeklinde bir odadır. Modernizmi çağrıştıran bir dekorasyona sahiptir. Duvarlarda gökdelenlerin demir travers iskeletlerini ve elektronik aygıtların entegre devrelerini çağrıştıran figürler bezelidir. Odanın altı çeperinde birer çıkış kapağı bulunmaktadır. Adam hareketlenir. Kapaklardan birini açar, diğer tarafta bir önceki odaya eş bir başka oda görür. Tek fark diğer odanın başka bir renkte tasarlanmış olmasıdır. Oraya geçer ve birden bir tuzak tarafından dilim dilim doğranır. Oda tuzaklıdır. Böylece sıra dışı bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anlarız.

Böyle dehşetengiz bir görüntüyle başlar film. Görüntü deminki odanın benzeri başka bir odaya döner. Orada bir adam hareketsiz yatmaktadır. Bulunduğu odanın kapaklarından biri açılır ve içeriye kanlı bir el uzanır. Yatan adam hareketlenir. Kanlı elin sahibi odaya girer. Her ikisi de içlerinde bulundukları durumun şaşkınlığını yaşamaktadırlar. Yatan adam bir endüstriyel tasarımcı. Gelen eli kanlı iri adam ise bir polistir. Bu küpün içinde kendilerini bulmadan önce yaptıkları mesleklerdir bunlar. Tanışırlarken bunları ifade ederler,biz de böylece öğreniriz. Daha sonra odaya başkaları da teşrif ederler diğer kapaklardan. Bir doktor kadın, bir matematikçi genç kız ve usta cezaevi firarisi suçlu bir adam.

Öncelikle içinde bulundukları bu garip durumu algılamaya çalışırlar. Nerededirler? Bu sıradışı mekan kimin tasarımıdır? Buraya ne için ve nasıl getirilmişlerdir? Ve neden onlar seçilmiştir? Bunları sorgularlar. Birbirlerinin ne iş yaptığını öğrenirler. Biri yatağına uyumaya gittiğini ve gözlerini burada açtığını, kimi mutfak dolabının kapağını bir şeyler atıştırmak için açtığını ve kendisini burada bulduğunu söyler. Burada kaderlerini beklemenin bir işe yaramayacağına karar verirler, hal ne olursa olsun bir çıkış aramak zorundadırlar. Polis olan onları buradan çıkaracağını söyler hepsine. En iradeli ve kararlı o görünmektedir. Bunun için de ilerlemek gerekmektedir, ama herkesin bazı odalarda ölümcül tuzaklar olduğu konusunda bilgisi olmuştur.

Hapishane firarisi adam bir yöntem olduğunu söyler. Her birinin üzerindeki tüm eşyalar alınmıştır. Hepsinin üzerinde göğüslerinde isimlerinin yazılı olduğu tek tip kostümler vardır. Ayaklarında da yine tek tip botlar. Üzerlerinde bırakılan tek aksesuar da matematikçi olan kızın gözlüğüdür. Matematikçi kızın gözleri bozuktur. Uzağı görmesine rağmen yakını görememektedir. Belli ki gözlüğü onda bırakanlar onun görmesine engel olmak istememişlerdir. Yani üzerlerinde onların işine yarayacak gözlükten gayri hiçbir alet edevat da bulunmamaktadır. Firari botlardan faydalanarak ilerlemenin mümkün olduğunu savlar. Yöntem şudur; bot iplerinin birbirine eklenmesiyle uzun bir ip oluşturulacak, ipin ucuna da bot bağlanacaktır. Bot girilecek odaya fırlatılıp çekilecek, bu sayede odada bir tuzağın harekete geçip geçmediği kontrol edilecektir. Mutabık kalınır. Bu yöntemle bir süre ilerlenir. Ancak daha sonra bir sorun çıkar. Önlerine çıkan odalardan biri bot atma yöntemiyle kontrol edilir. Tuzak yok gibi görünmektedir. Firari odaya geçer, tuzak da harekete. Firari adam yanarak ölür. Hesapta olmayan bir sorun çıkmıştır. Bu odadaki tuzak vücut ısısına göre ayarlanmıştır. Bu verilen telefatla bot yönteminin garanti bir yöntem olmadığı ortaya çıkar.

Daha garantili bir yöntem bulmak gerektir, imdada matematikçi yetişir. Odaların her kapağın üstünde dokuz haneli bir takım sayılar vardır. Matematikçi bu sayıların bir dili olduğunu fark ettiğini söyler. Deneyerek bulunur ki, tuzaksız odalara açılan kapakların üzerindeki dokuz haneli sayıların son üç rakamından oluşan sayıları asal sayılardır (çarpanları olan sayılar). Yöntem bulunmuştur, asal sayılı olmayan kapakların açıldığı odalar tercih edilecektir, ilerlemeye devam edilir. Tasarımcı olan adam bu arada bu tasarlanmış küp odacıklardan oluşan dev küp mekanın tasarımında kendisinin de payı olduğunu itiraf eder. Ondan bunu tarif etmesi istenir. O ise sadece dış kabuk tasarımında çalıştığını, sistemin tümü hakkında hiçbir bilgisi olmadığını,yapımda çalışırken bunun ne için yapıldığının kendisine hiç söylenmediğini anlatır. Ama binlerce oda olabileceğini, bir çıkışın olduğunu, ancak bu çıkışın belirli bir zamanda açılacağını,daha sonra tekrar kapanacağını tahmin ettiğini bildirir. Tekrar açılması belirli bir zaman sonra mümkün olacaktır. Böylece zamanlarını sınırlı olduğunu da öğrenirler. Yiyecek ve içecekleri olmadığından onlar için bir dahaki sefer diye bir şey de söz konusu değildir. Çıkışın ilk açılışında orada bulunmak zorunluluğu vardır. Çıkışı bulmak için ilerlerken küpün bir odacığına yeni bir kader arkadaşı daha bulunur. Bu otistik bir delikanlıdır.

Tüm bunlar olurken aralarında, özellikle de faşist eğilimler sergileyen polisle hümanist bir duyarlılık sergileyen doktor arasında kişilik çatışmaları da baş gösterir. Zaten yaşadıkları gerilimli çıkmaz da bu çatışmaları artırmaktadır. Bir süre ilerledikten sonra yeni bir çıkmazla karşılaşırlar. Asal sayılar tezi sekteye uğrar. Asal sayılı kapaklardan bir tanesinin açıldığı oda tuzaklı çıkar. Ancak bot denemeleri her ihtimale karşı yine de yapıldığı için burada kimsenin başına bir şey gelmez. Yine de asal sayılar ( Descartes’in kartezyen sayıları ) tezi iflas eder. Sayıların aslında permütasyonlarla gerçek ifadeleri olduğu anlaşılır. Ben matematik özürlü olduğum için durumu filmdeki matematikçi kızın açıklamasıyla anlatayım. Başlangıçta dokuz haneli sayıların son üç hanesi baz alınmaktadır. Ama asıl çözüm bu değildir, dokuz haneli sayların çarpanları bulunmalıdır. Ancak bu bir bilgisayar olmaksızın mümkün olacak bir hesap değildir. Bir kapaktaki dokuz haneli sayının çarpanının ne olduğunu dahi hesaplanması kağıt kalem ile saatler sürmektedir. Zaten kağıt kalem de yoktur,saatler de. Yani ilerleme mümkünsüzdür artık. Bu işte imdada otistik adam yetişir. O otistiklere özgü bir özellikle tüm bu karmaşık hesapların sonuçlarını anında ezberden cevaplamaktadır. Bu herkesi hayrete düşürür,ama yeni öncü bulunmuştur. Ve bununla birlikte anlaşılır ki, içeride işe yaramayan hiç kimse yoktur. Sanki onlar çıkış yönteminin bulunması için, bir bütünün parçalarını oluşturmaktadırlar.

İlerleme küpün dış duvarlarının birine ulaşılmasına kadar sürer. Dış yüzeye bakan kapak açıldığında sonsuz bir karanlıkla karşılaşılır. Kaçıncı katta olduklarını bilmediklerinden elbiselerden oluşturulan bir iple aşağıya sarkıp yere temas etmelerinin mümkün olup olmadığını ölçmek isterler. Oluşturulan sınırlı iple aşağıya sarkacak olan en hafif kilolu doktor kadındır. Sarkar,ancak yere ulaşamaz. Bunun üzerine geri çekilmesi gerekir,bu esnada polis olan daha önce takışıp durduğu doktoru kaza süsü vererek aşağıya düşürüp ölmesine yol açar.

İlerleme devam eder. Artık birkaç hamle kalmıştır hesaplamalara göre çıkış kapısına varmak için. Buna rağmen polis iyice dengesini yitirir. Diğerlerine şiddet içeren davranışlarda bulunmaya başlar. Bunun üzerine sağ kalan üç kişi bir boşluktan faydalanıp ondan kaçarlar. Çünkü polisin davranışları dayanılır olmaktan çıkmıştır. Botlar tükendiği için tasarımcı olanı tuzağı kontrol etmek adına bot yerine odalara atmaktadır, matematikçi kıza tecavüze yeltenmektedir mesela. Sonuçta kaçan üçlü çıkış odasına tam zamanında ulaşırlar. Çıkış hesaplara göre birkaç dakika sonra açılacaktır. Ve yine birkaç dakika açık kalıp kapanacaktır. Bu gergin bekleyiş esnasında tasarımcı olan dışarı çıkmak istemediğini söyler. Bir de önemli bir şey fark ederler. Çıkış odası,dönüp dolaşıp geldikleri bu oda ilk hareket ettikleri odadır. Onlar ilerleyip durmuşlardır ama küpün bir başka gerçekliği daha vardır. Odalar da yer değiştirip durmaktadır belirli bir sistem içersinde. Çıkış odası otistik olanın sürekli olarak korktuğunu söyleyip durduğu kırmızı renkli odalardan hareket edilen ilk odadır. Sonuçta çıkış açılır. Çıkmak için acele edilmelidir. Otistik olan çıkışa yürür,matematikçi olan tasarımcıyı çıkması için ikna etmeye çalışmaktadır. Bu tereddüt onlara pahalıya patlar fakat. Polis olan onlara yetişir,ve kendisini yolda bıraktıkları için onlardan intikam alarak ikisini de öldürür. Kendisi de çıldırmış bir haldedir zaten. Otistik olan kapıdan çıkar. Poliste çıkmak üzereyken henüz ölmemiş olan tasarımcı son bir hamleyle onun paçasına yapışır ve çıkmasını engeller. Kapak polisin üzerine kapanır. Tek çıkan otistik olandır. Göz kamaştırıcı bir ışığa doğru yürürken film sona erer.

Özet böyle. Şimdi hem biraz ayrıntılandıralım,hem de biraz tercüme edelim kendi anladığımızı. Bu tip yapıları mealen algılayıp tefsir etmek gerektiği herkese malum. Bu tip yapılarda adet olduğu üzere tüm karakterler bir kişiyi değil,bir toplumsal sınıfı, statüyü,ya da fenomeni simgelerler. Burada kim neyi temsil ediyor oradan girelim. Polis insanın soyunun devamını sağlaması için güç kullanımının şart olduğunu,bunun için gerekirse her türlü şiddetin ve katlin mubah olduğunu savlayan, insanın korkusunun simgesi olarak, ilkel insan olarak ele alınmış zannımca. İnsanın korku temelli aptalca,pervasızca cesaretini de simgeliyor. O soyunun devamı için gerekirse soyuna da şiddet kullanmayı meşru görenleri simgeliyor. Taptığı ancak güçtür, kaba güç. Faşist anlayış onun tek mürşididir. Nereden anlıyoruz ? Şuradan.

Öncelikle ilk görüntüsünün kanlı elinin uzanışı olarak simgelenmiş olması insanın ilk Habil Kabil cinayetiyle elini kana bulaştırmasını simgeliyor sanırım. Filmde bir daha görünmeyen ilk sahnede tuzakta ölen adamın filmin ilk görüntüsünde İsa’nın çarmıhtaki duruşuna benzer bir duruşla insanın acısını simgelediği gibi. Ve bu güç tapınıcısı ilk olarak üretimi sergileyen endüstüriyel tasarımcı adamla karşılaşıyorlar. İnsanın ilkel korkusu önce alet yapanla buluşuyor yani. Polis içeridekiler içinde dışarıda bekleyen çocukları olan tek adam,onlara ulaşmak için ne pahasına olursa olsun çıkmak istediğini savlamakta. Yani soy kaygısını simgeliyor bu özelliğiyle. Ancak doktorla çatışmaları esnasında onun dayaklarına dayanamayan karısı tarafından terk edildiği ve onun çocuklarını da devamlı hırpaladığı ortaya çıkıyor. Bu soyunu devam ettirmek için şiddet kullanmaktan başka bir yöntem bilmeyen insanın, soyunu devam ettirmekle yükümlü olduklarına da onların selametini gerekçe kılarak şiddet kullanma alışkanlığı edinmesini simgeliyor.

Öncelikle bu kaba güç simgesi herkesi oradan çıkaracağını savlıyor pervasızca. Sonra bakıyor ki durum sandığından karmaşık, salt güçle olacak iş değil,teknik ve bilim olmaksızın olacak gibi görünmüyor. Onları kullanma yoluna boyun eğiyor. Ancak onları sadece kendisini çıkışa ulaştıracak şeyler olarak görüyor, bunun dışında bir inancı ve saygısı yok bu olgulara. Her fırsat bulduğunda onları aşağılaması ve hırpalaması bunu gösteriyor. Bununla birlikte bilgiye karşı bir ezikliği,bir aşağılık kompleksi olduğunu da. Bilim onun için hem bir yol açıcı, hem de bir engel. Onu çıkaracak olan o, ama onun korkusunu ortaya çıkaracak olan da aynı zamanda. Bundan korkuyor. Matematikçi kız sayılarla ilgili yorumlar yaparken şaşkınlıkla şöyle bir ifade kullanıyor polisimiz mesela, “Bütün bunları sayılar mı söylüyor !?“ . Çıkışa yaklaştıkça ve zaman da azaldıkça onun varlık korkusunun her şeyin önüne geçtiğini,ve onu vahşileştirdiğini izliyoruz. İşi adam öldürmeye kadar götürüyor. Başlarda işe yaradığını hiç düşünmediği otistik Kazan’ı vaktin daralması nedeniyle istikamet değiştirmemek için bile bile geçmeye karar verdikleri tuzaklı bir odada bırakmaları gerektiğini savlıyor. Aynı Hitler’in temsil ettiği düşüncenin insan soyunun selameti için sakat nesillerin ayıklanmasını savladığı gibi. Tuzaklı olduğunu bildikleri halde geçmeye karar verdikleri oda sese duyarlı bir tuzak sistemi barındırmakta. Geçmek için sesiz olmak yeterli. Bu konuda herkes aklı gereği sessiz olabilir. Ama bu rasyonellikten uzak otistik adamın ne yapacağına güvenilir mi ? Onun kaygıları ve amaçları yok. Rasyonel davranmasının nedeni de. Bu herkesin canını tehlikeye sokar. Öyleyse o yarı yolda bırakılabilir. Tüm bunlar ve belki daha başka ayrıntılar bu karakterin neyi temsil ettiğini herhalde açık anlatıyor.

Tam sekiz büyük hapishaneden kaçmış firar uzmanına gelelim. O illegalizmin ve pragmatizmin simgesidir. O insanın az konuşup çok devindiği deneyci bir dönemin de simgesi aynı zamanda. Zaten filmde de öyle davranır, konuşmalara tartışmalara hiç katılmaz. Herkes neden nasıl diye oyalanırken o ilerleme planını oluşturacak araçları tasarlayıp gerçekleştirmektedir bir köşede. O kurallardan ve yasalardan haz etmez. Onun için çıkar yol deneydir. Yol deneme yanılma ile bulunur. Tecrübe insanın tek yol göstericisidir. Deney için basit araçlar yeterlidir. Bugüne kadar deneyimlerimizle oluşturduğumuz bilgiler çıkış için yeterlidir. Bu aynı zamanda doğulu düşünüş sistemidir. Doğrudur da ! Bu bir gerçekliktir. İnsan denilen tarihinin bir dönemini de böyle ilerletip sürdürmüştür. Ama bu pratik adamın yanıldığı bir nokta vardır. İş artık onun sandığından daha karmaşık bir hale gelmiştir. Artık pederşahi geleneksel yöntemlerle çıkılacak gibi değildir bu küp. Yöntemi bir yerden sonra iflas eder. Aynen doğu düşünüş ve devinim biçiminin bilim çağında tıkanıp kaldığı gibi. Yönetmen sanırım bize onun nezdinde geleneksel yöntemlerin artık çıkış için geçersizliğini anlatmaktadır. Ve dahi iç güdüsel kalan bir illegalist kaçış planının.

Tasarımcı adam bize insana özgü tasarlanmış üretim tarzını simgeler. Daha doğrusu günümüzdeki üretici güçlerin kendisine yabancılaşmış halini. Tasarlanmış ve üretilmiş bu tuzak sistemin bir parçasının yapımını da o üstlenmiştir. Ama yapımında çalıştığı şeyin nasıl işlediğini kendisi bilmemektedir. Çünkü o Fordist bant sisteminde,ya da şimdiki esnek üretim tarzında olduğu gibi üretimin bir parçasını oluşturmuş ama tamamının bilgisine ulaşamamıştır. Dolayısıyla vakıf olduğu parçanın bilgisi onu bütünün bilgisine ulaştırmamış, o ürettiği şeye yabancılaşmıştır. O profesyoneldir. Denileni yapmış ve parasını da almıştır. Ürettiği şeyin neyin hizmetinde kullanılacağını,ne gibi sakıncaları olabileceğini ve bu sakıncanın kendisine de birgün tuzak oluşturacağını düşünmemiştir bile. Bu yabancılaşmaya teslimiyet göstermesi onu amaçsızlaştırmıştır. Artık bu tuzaktan çıkmayı bile talep etmemektedir. Zaten ilk göründüğü yerde de çıkış aramak yerine yatıp uyuduğunu görürüz. Ta ki polis, yani korku gelip onu sarsıp uyandırana kadar. Son sahnede küpten çıkmamak adına bezginliğini şöyle ifade eder,” Dışarıda beni bekleyen bir şey yok “ . Matematikçi kız sorar “ Dışarıda ne var “. Tasarımcı cevaplar,” Sınırsız insan aptallığı “. Burada anlatılan üreten sınıfın kendine tuzak olacak bir sistemi ne olduğunu sorgulamaksızın oluşturmaya katkı sunduğu akıl dışı bir yabancılaşmanın simgesini görürüz. Ve bunun yarattığı bezginliği. Kendisi polis tarafından itilip kakılır. Hatta bir ara tuzaklara denek olarak kullanılır. Ama yine de sonuçta,hem matematikçi kızla otistik adamı faşist polisten kaçıran, hem de bu şiddet manyağının paçasına yapışarak çıkmasını engelleyen odur. Son tahlilde her şeye rağmen bu korku kaynaklı şiddeti durduracak olan odur. Yani üreten sınıflardan üretim aletlerinin mülkiyetine sahip olmayan taraf. Genel tabirle beyaz yakalısı,kirli yakalısı dahil proleterya.

Matematikçi kız yine yabancılaşmış bilimin simgesidir. Gözler bozuktur. Uzağı görmekte ancak burnunun ucunu görememektedir. Bununla mevcut bilimin durumu simgelenir. Gelecek tasarlayıp dururken,uzağı görmek için çabalarken, güne yabancılaşmış,yakını düşünmeyen bilimin. O geleneksel deneyciliğin tıkandığı yerde insan soyut zekasının simgesidir aynı zamanda. Pozitif aklın temsilcisi. Yine o filmde otistik olanı, yani irasyonel davrananı başlarda en çok küçümseyendir. Hatta bir sahnede adımla ölçüm yaparken yoluna yatmış olan otistik Kazan’ı neredeyse yolundan çekilmesi için tekmeler. O rasyonel soyutlamanın simgesidir. İrrasyonel olanı dışlar. Karmaşık olanı sayılarla çözebilmekte mahirdir. Çıkışı “ düşünüyorum öyleyse varım “ diyen Descartes’in kartezyen rasyonel sayılarını çözümleyerek bulması tesadüf değildir. Ancak araçları yetersiz olduğunda, hesap araçları elinden alındığında çuvallayabilmektedir. İçine kapanık ve aşırı korkan bir hali vardır. Burada da sanırım yabancılaşmış pozitif ilimlerle korku ilişkisi ve bu tip bilim insanlarının diğer olgularla ilgilenmeyip kendi branşlarının içlerine kapandıkları simgelenir.

Doktor insancıllığı simgeler. Her dara düşene yardımcı olma gönüllüsüdür. Bazı hallerde gösterdiği sağduyulu davranışları onu anaç bir hale büründürmektedir. Ama bir anne değildir. Dışarıda bekleyen bir çocuğu yoktur yani. Evli de değildir. Bu yüzden polis tarafından cinsel tatminsiz ve soysal gelecek kaygısı olmayan bir sorumsuz olarak suçlanır. Polis onu çıkış olarak bir fayda sağlayıcı olarak görmez. Hatta bu merhametli davranışlarıyla çıkışın önündeki en büyük engel olarak görür onu. Çünkü zorunlu olarak geçilen sese duyarlı tuzak odasında otistik olanın bırakılmasına polise şiddetle itiraz eden ve vakit kaybetmek pahasına onu tutup geçirten odur. Bu geçiş esnasında otistik delikanlı ses çıkarmış ve polis son anda paçayı kurtarmıştır yan odaya atlayarak. Hem bu nedenle,hem de polisin gizil korkaklığını tartışmalar esnasında yüzüne vurup teşhir ettiği için doktor kadın polisin nefretini kazanır. Ve polis onu ilk bulduğu fırsatta ortadan kaldırır. Doktor kabaca hümanist sol anlayışın simgesi olarak koyulmuştur filme. İlerlemeci mantık onu insanlığın önünde fethe engel olarak görmektedir. Belki bazı uyarıları yararlıdır,ama yeterli değildir. En büyük zaafı kendisini bu tuzağı oluşturan nedenlerin dışında görmesidir. Panik halinde olmasıdır,sinirlerinin zayıflığıdır. Şöyle bir serzenişi olur başlarda “Biliyordum ! Bu Pentagon’un işi bizi kaçırıp bu tuzağa tıktılar sorgusuz sualsiz. Şili’de de böyle yapmışlardı. Bir daha kimse bana paranoyak diyemeyecek.” Tasarımcı onu şöyle yanıtlar, “ Yanılıyorsun. Bu daha büyük bir şey. Burada sistem bizi izlemiyor.”

Burada yönetmenin Pentagon’u aklamak gibi bir niyet taşıdığını düşünmüyorum. Ve fakat dünyadaki muhalif solun ya da sağın olan her bir haltı kendinden sıyırıp Pentagon’a havale etme hastalıklı refleksine bir eleştiri getirdiğini düşünüyorum. Gerçekten de bu üzerinde durulması gereken bir konu. Sanki pentagon ve Amerika bir gecede yeryüzünden silinse şerden hayra terfi edeceğiz. İnsan günahlarını meşrulaştırmak için hep bir şeytan tasarımı yapacaktır. Ki bir halt yiyince ona uyduğunu söyleyip kendini beraat ettirsin. Bu şeytan Roma İmparatorluğu olur,İngiliz İmparatorluğu olur,Hitler Almanya’sı olur,yarın bir başkası olur. Sanki İngilizler sömürge bölgelerine vardığında oradaki kabileler ya da toplumlar arasında güllük gülistanlık bir barış hüküm sürüyordu. Sanki Ortadoğu’da kan gövdeyi götürmüyordu. Sanki Hindistan’da Racalar halkın kanını içip durmuyordu. Bu deccal tayfasının yediği haltları yumuşatmak niyetinde değilim. Yönetmenin de olduğunu sanmıyorum. Onların sabıka dosyaları yedi nesil sülalelerini vicdan azabından kurtaramayacak türden. Ama neden asıl nedene gelmiyoruz ? Onlar,yani pentagon yokken de zulüm de sömürü de vardı. Hitler Almanyası çılgınlığının nedeni nedir ? Almanların sömürge elde etmekte geç kalması nedeniyle toplumsal varlıklarını tehdit altında görmeleri değil mi ? Haydi Hitler manyaktı deyip geçelim, ya onun ardındaki gerçek neden Alman sermayedarları ? Haydi onlar da malı götürme peşinde idiler diyelim,ya yoksul veya orta sınıf halk ? Onların çıkarı neydi bu işte? Onların katılımı ve onayı olmaksızın gerçekleştirilebilir mi bu harekat? Olası değil. Cahil ve bağnazdılar deseniz,bir önce sosyal demokratların iktidar olduğunu nasıl izah edeceksiniz. O vakit faşistlik Alman soyunun genlerinde var mı diyeceksiniz. O zaman bizde bir nevi faşist konumuna düşmez miyiz? Alman halkı kendi varlığını tehdit altında görünce kendi varlığını başkalarının yokluğuna yeğledi o kadar. Bunu yapabileceklerine inandıkları kasabı da bu işle görevlendirdiler. Ya bu zulmün en büyük mağdurları Yahudiler? Şimdinin en büyük zulmünün sahibi değiller midir? Kendilerine yapılan bu iğrenç zulmü kendilerini zulümde meşrulaştırmak için kullanmadılar mı daha sonra? Dün yok edilen bugün yok eden olmadı mı? Bu korku ortadan kalkmadıkça kimin gücü kime yeterse artık. Elbet korkularımızı ve komplekslerimizi kışkırtan asırlar boyunca emperyal zihniyet olmuştur. Bunun için ellerinden geleni artlarına koymadılar. Ancak bizim de kendimize sürekli bir güç arayan,bir baba,bir hami arayan korkaklar olduğumuz gerçekliğini değiştirmez bu. Tarih boyunca korkusunun üstesinden gelebilmiş ve bu emperyalist kışkırtmalara bir an bile kapılmamış,aksine kafa tutmuş milyarlarca insan var. Bu bize tüm bu güçlü propagandalara karşın korkunun yenilebileceğini kanıtlıyor milyar defa. Korkaklığımızı doğal görmemiz ve onu meşrulaştırmamız bu yüzden olası değil. Öyleyse bir günah keçisi bulup her şeyi ona havale etmemiz doğru değildir. Bizi bu hale düşüren,pentagon’un ya da onun benzeri emperyalist kurumların gücü değil,içimizdeki korkunun gücüdür. Başımıza ne geliyorsa da bundan geliyor. Emperyalistler onu dürteliyorlar sadece o kadar. Onların bu işteki en büyük dahli o.

İşte bu film bu anlamda Pentagondan daha büyük bir asal sorunsal peşindedir. Pentagonun da varlık nedenini kapsayan. İnsan denen varlık korkuları ve zaafları yüzünden elbirliğiyle içinden çıkılmaz bir sistem oluşturmuştur. Çıkış olarak gördüğü her şey bir süre sonra kendisinin çıkışsızlığı haline dönüşmüştür. Çünkü yaratıcı zekasının ürünü her buluş özgürleşmesini artıracak yerde panikle kullandığından korkusunu pekiştirir olmuştur. Onu özgürleştirmesi gereken üretim aygıtlarına yabancılaşmış,bilime sanata, felsefeye hastalıklı bir misyon yüklemiştir. Siz bahçenizi verimli kılacak bir tırmık aletini korku ve panikle kullanırsanız bahçenizin verimli olması şöyle dursun,var olan yetişkin bitkileri de kırar dökersiniz. Rasyonalizm denilen şey ne pahasına olursa olsun yaşamak demektir. Akıl varlığı sürdürmeyi buyruklar. Bunun için her araç mubahtır. Bu yüzden en rasyonel toplumlar,yani uygarlıklar en çok kıyam yapanlardır. İnanmayan tarihe de bugüne de bakabilirler. Akıl korku ürünüdür. İnsan ölmemek için, doğada tutabilmek için soktu aklını devreye. Başardı da neslini devam ettirmeyi. Ama artık geldiği nokta bu ilkel güdüsünü aşmasını gerektiriyor. Ve aklını yapıcı kullanması şart. Yılmaz Güney ustanın Yol filmindeki Tarık Akan’ın oynadığı karakterin sürekli tekrar ettiği bir cümle yazılmıştır kafama-Benim aklım bana düşman-

Elbette iktidar olanın bu korku temelli aklın artık sıçrama yapmasının engellenmesine katkısı çok büyüktür. Onlar iktidarlarını korumanın garantisi olarak korkunun varlığını görüp onu ellerindeki her aygıtla pompaladıkça korku artmaktadır. Ama bu iktidarların ayakta kalmasına neden olan da bizim korkaklığımız. Korkuyoruz ve korkumuzu sürekli meşrulaştırıyoruz bizler de. Dünyanın böyle işlemesinin doğal olduğunu savlayıp duruyoruz pekala. Kendi varlığımızı tehdit altında görünce hemen saldırganlaşmaktayız. Gücümüzün yetmediği yerde bizi koruyan birileri olması için güçlerin oluşmasına her şeyimizle katkıda bulunuyoruz. Tek birimiz bile bu sorumluluğun dışında tutamaz kendisini. Hiç kimse kendini kandırmayacak. İşte bunu söylemeye çalışır bize Vincenzo.

Biz son adamımıza dönelim. Bu otistik adam, yani Kazan, filmin çıkışa ulaşan tek unsuru. Nedir o unsur ? İrrasyonel davranma unsuru. Kazan akli davranmamaktadır. Bilgisiz değildir. Bilgisi vardır, ancak bilgiyi bizim rasyonel tavrımızla ne mülkleştirmek, ne de ondan çıkar sağlamak amaçlı tutmaktadır aklında. Ve o bilgi kendisine sorulduğunda teklifsiz kaprissiz hesapsız serer ortalık yere. Sadece gelecekte verilecek bir şeker vaat edilmesiyle. Bilgi onun için neredeyse bir oyundur. Kimsenin kişilik sorunlarıyla ilgili bir tartışma içinde olmaz doğal olarak. Kimseyle ilgili bir çıkar ya da kin gütmez. Bizim sert polis bir sinir boşalması yaşayıp ağlama krizine tutulunca kimse yanına yanaşmaz onun,hatta bizim hümanist doktor da gelip onun bu korkusunu yenmesine yardımcı olmak için bir hamle yapmaz. Çünkü onunla şahsi bir tartışması ve sorunu vardır. Hümanist davranışa tartışılmış olunan humanlar dahil değildir. Oysa Kazan gelip onun çocuksu bir tavırla başını okşar. Belki ne yaptığını bilmemektedir. Belki daha önce gördüğü bir devinimi taklit etmektedir. Ama bu onun özelliğidir,hesapsız olması. Oysa polis daha önce onun yarı yolda bırakılması için bayağı bastırmıştır, ama Kazan bunun hesabını tutacak, kin sürdürecek rasyonalitede bir algı yeteneğine sahip değildir.

Rasyonalite ile kurulan bu modernist tuzak sistemden,aynı rasyonel anlayışla çıkmanın mümkün olmadığını anlatır film kanımca. Bu rasyonel tuzaktan çıkacak olan tek kişi irasyonel davranan olacaktır. En azından tuzağı oluşturan akıl sistemi aynı zamanda onun çözücüsü olamayacaktır. Elbette rasyonel davrananlar olmasa Kazan’da belki bulunduğu odadan hareket bile edemeyecekti. Yani insan ilk döneminde irasyonel davranmaya kalkışsa varlığını sürdüremez orada kalır soyu tükenirdi. Güç de, deneme yanıma da,bilim ve üretim de,hümanizm de insan soyunun sürmesine katkı sunmuştu. Ancak geldiğimiz noktada bu rasyonel kullanılış tarzıyla artık insanı çıkışsızlığa getirmişlerdi. Şimdi biraz da irasyonelizme kulak vermek gerekiyordu. Ama son tahlil de bu karmaşayı yaratan onun akıl sistemi değildir ve çıkış onsuz da olmayacaktır. Öyleyse en azından irasyonel aklın bu tuzaktan çıkmak için yapacağı katkı küçümsenmemelidir. Ve rasyonel davrananlar çıkışı bulunduğunda bile, tuzağı oluşturan akli nedenlerden dışarıya da çıkmayı başaramayacaklardır.

Bir başka ilginç metafor Kazan’ın sürekli kırmızı odalardan korktuğunu belirten sayıklamalar yapmasına rağmen çıkışın yine de kırmızı odadan olmasıdır. Artık bu kırmızılık neyin simgesidir bilmem. Ancak çok bilinen bir metafor olarak komünist bir toplum anlayışının simgesi olarak kullanılmışsa yönetmen tarafından, film daha ilginç bir önerme sunmaktadır diyebilirim kendi adıma. İrasyonelizmin komünist bir sistemden korkmasına rağmen çıkışını da ancak yine de oradan buluyor olması dikkate değer bir önerme olur doğrusu. Eğer öyle ise komünizmin kendisinden değil de, yapılmış olan rasyonalist sosyalizm uygulamalarından bahis edilmekte burada. Kazan’ın korkusu bu geçmiş deneyimden kaynaklanıyor.

Ben bu filmi bir hayli özetledim. Daha geniş ele almaya değerdir. Burada kaygım film çözümlemeleri yapmak olmadığı için daha genişletmeyeceğim. Benim fark edemediğim daha derin metaforlar da kullanılmış olabilir. Bazı metaforları ben yanlış algılamış olabilirim belki. İzleyip tartışmakta yarar var. Ama şimdi bu filmin getirdiği önermeler dikkate değer,en azından tartışılmaya değer önermeler değil midir? En azından bir Matrix palavrası kadar. Bana kalırsa öyledir. Ancak o denli tantana koparmayı başaramadı. Üzerine ne açık oturum toplantıları düzenlendi,ne de Küp ve felsefe adlı kitaplar yazıldı. (Oysa Matrix ve Felsefe diye kitap var.) Neden? İktidarın böyle bir tartışmaya pek yanaşmayacağı açık. Ya diğer unsurlar? En azından onların tartışmaya açması gerekmez miydi? Oysa onlar da Matrix hay huyunun peşine takıldılar. Gerçekten iktidar olan on binlerce yıllık deneyimiyle bu işi iyi yapıyor! Gündemi belirleyip bizi onun peşine takma işini.