15 Mayıs 2007 Salı

Bakan Koç'a açık mektup / Yucel Erten

Devlet Tiyatroları'nda yaşanan talihsizlikler fırsata dönüşebilir. Devlet Tiyatroları'nın sorunu, eski yasasında, merkeziyetçi yapısında ve siyasal bağımlılığındadır. Bu sorunları çözen kişi tarihe geçer

Sayın Bakan, ömrünün 40 yılını tiyatroya vermiş bir sanatçıyım. Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü görevinden istifa ederek ayrıldım. Beş yıl önce de kendimi Devlet Tiyatroları'ndan (DT) erken emekli ettim. Bunları şunun için söylüyorum: Bir çıkar kaygısı ile yazdığım düşünülmesin lütfen.


Bu kaçıncı kezdir ki, yine DT karıştı, yine göz gözü görmüyor ve yine sanatçılar haklı bir isyan içinde. Bu kargaşa içinde, idari bir görev kapabilmek için nicedir aportta bekleyenlerin kapıkulluğuna soyunmaları, mediokrasiyi, çapsızlığı şaha kaldırıyor. Neden? DT Genel Müdürlüğü makamına, liyakat gözetmeksizin, 'ben kıldım, oldu' şeklinde bir atama yaptınız da, onun için. Kusuruma bakmayın, bu noktada ben de sizi ağır biçimde eleştiriyor ve kınıyorum. Ama inanın, istifanızı falan istemiyorum. Tam tersine bu talihsizliğin, yine sizin iradenizle Devlet Tiyatroları için bir talihe dönüşebileceği umudunu taşıyorum. Çünkü genel müdürlük konusundaki tercihinizin yanlışlığı ve tepkiler, hepimiz için bir fırsat yaratmıştır. Çünkü konunun özünde, 'kimin daha iyi genel müdür olduğu' sorusu değil, 'DT'nin nasıl esenliğe kavuşacağı' sorunu yatar.

DT'nin temel sorunu, eskimiş yasasında, aşırı merkeziyetçi yapısında ve siyasal bağımlılığındadır. Ama ne yazık ki genelde bu uçurumlar görmezden gelinir. Siyasiler de, üst düzey kurum yöneticileri de, sanatçılar da, kuruma bir gelecek aramak yerine; objektif olmayan ikili ilişkiler ile kendilerine gelecek arama yanılgısına ve dolayısıyla bu uçurumlara düşerler. Bu genellemenin istisnaları da vardır tabii. Sözüm o meclislerden dışarı.

Bu noktada DT'de üst düzey yöneticilik yapmış pek çok meslektaşımızın da, bu eleştiri ve kınamadan hak ettikleri pay, oldukça ağırdır. Çünkü pek çok meslektaşımız, DT Genel Müdürlüğü görevinde bulunduğu uzun yıllar boyunca, yeni bir yasal düzenlemenin hayata geçirilmesi açısından ciddiye alınabilecek tek bir adım atmış değildir. Bu, 'Ben biraz daha bu padişahlık düzeninin keyfini çıkarayım, demokrasi olacaksa ondan sonra olsun' diye düşünmekle eşdeğerdir. Oysa bazı adımlar atılmış olsa, bugün belki başka türlü bir dünyada yaşıyor olabilirdik. Sizi eleştirirken, meslektaşlarımı korumaya almadığıma dikkatinizi çekmek isterim.

Buraya kadar olanı özetlersem, genel müdür değiştirerek bir yerlere varmayı ummak hayaldir. Sorun DT'nin yapısal dönüşümü ve bunun rasyonelini oluşturacak yeni bir yasadır. Pek çok DT sanatçısının, bu doğrultuda çok büyük emekler verdiklerini de hemen hatırlatmalıyım. O emeklerin ürünü olan taslakları ve belgeleri bir kenara atmayın lütfen. Kültür Bakanlığı'nın 2000 Ekimi'nde Ankara'da düzenlediği uluslararası bir sempozyumda 'Siyasal iktidarların değişiminden etkilenmeyecek kalıcı bir sanat politikası nasıl bir sistemle gerçekleşmeli?' sorusu irdelenmişti. Soru gerçekten çok önemlidir. Çünkü yalnızca biz sanatçılar, düşünürler, yazarlar filan, kendi aramızda değil; siyasiler ve yöneticiler de bu sorunun muhatabıdır!

Bu meselede sanırım önce çok yalın bir gerçeğin kabul edilmesi gerekiyor: Çağdaş devlet, sanatın özgürce üretilmesini sağlar, ama sanatın nasıl olması gerektiğine karışmaz. Burada hemen 'Nereye kadar özgür?' sorusuyla karşılaşacağımı biliyorum. 'Özgürlüğün bir sınırı, bir çerçevesi olmayacak mı?' Olacak tabii: TC Anayasası. Anayasa ve onun şemsiyesi altındaki yasalar, çerçeveyi de sınırı da belirlemiştir. Bu çerçevenin içinde sanat özgürdür.

Gelgelelim bu soru, içinde kamufle edilmiş olarak başka bir soruyu, 'Hükümetlerin hiç bir yönlendirmesi olmayacak mı?' sorusunu taşıyorsa; burada cesaretle bu sorunun gözlerinin içine bakmak ve yüzleşmek gerekir. Ve yanıtımız açık olmalıdır: 'Hayır! Sanatın içeriği ve biçimi, hükümetlerin, yani siyasal iktidarların konusu değildir, olamaz!'

Siyasal erk, bu yalın, ama çetin gerçeği kabul etme cesaretini gösterebildiği zaman; işi çok daha kolaylaşacaktır. Çünkü o zaman sanatsal üretim için politika belirlemek gibi, siyasetin tabiatına aykırı bir görevden kendini kurtarmış olacaktır. Ama geriye halâ çok önemli bir görev kalır: Anayasa'nın emirleri ile sanatın özgürlüğünü bağdaştırmak! Bir başka deyişle: Halkın vergileriyle hizmet veren sanat kurumlarının nasıl yaşayacağına ve nasıl yönetileceğine dair kalıcı politikalar oluşturmak. Ve bunu gerçekten siyasal iktidarların değişiminden etkilenmeyecek biçimde yapmak! Yani kendi iktidar sürecinin, kendi zaman diliminin ötesini de görerek; kurumları sağlam, objektif ve demokratik yasal dayanaklara kavuşturmak! Bunun, siyasetçiyi de yücelten bir tercih olacağını ayrıca vurgulamama gerek var mı bilmiyorum?

Demek ki devletin, hükümetin ya da Kültür Bakanlığı'nın sanat politikası ancak şu olabilir: 'Sanat kurumları için, sanat politikası değil; siyasi iktidarların değişiminden etkilenmeyecek, kalıcı bir yönetim politikası oluşturmak' Başka şey değil. İşte böyle bakmayı kabul ettiğiniz an, Devlet Tiyatroları'ndaki sorunlar yumağının, size tavsiye edilen bir genel müdür adayı/adayları aracılığıyla çözülemeyeceğini kabul etmekte zorlanmayacak; çözümün yeni bir yasal düzenlemede yattığını göreceksiniz.
Bu düşüncelerin ışığında, Devlet Tiyatroları'nı tez zamanda, yasal düzenlemelerin değişmesini ödev olarak kabul eden bir yediemine teslim edip; yeni düzenlemenin de takipçisi olmak görevinizdir gibi görünüyor. Gündelik didişmelerin dışına çıkıp, bu sorunu çözüm Kültür Bakanı, tarihe geçecektir.
Aksi takdirde sizi, tayin ettiğiniz genel müdürü, başrejisörü ve bu kargaşayı fırsat bilip görev kabul eden herkesi, istifaya davet etmek zorunda kalacağım. İstifalarınızın yarar sağlamayacağını bile bile. Çünkü o yolun yolcusu her zaman bulunur. Sizler gidersiniz, başkası gelir. Seçilmiş de olsanız, bakan da olsanız, Devlet Tiyatroları konusunda yanlış davrandığınızı kabul etme olgunluğunu gösterip, doğruya bakmaya çalışın lütfen. Sanat uzun, hayat kısa.

Yücel Erten: Devlet Tiyatroları Eski Genel Müdürü / Radikal Gazetesi / 09/09/2005




tıkla: tiyatrodergisi