Tiyatro Manga'nın katıldığı; "Direnişi küreselleştir - Başka bir dünya mümkün!" gösterisinden bir fotoğraf...
22 Mayıs 2002 tarihinde Evrensel gazetesinde yayımlanan; Mustafa Kara'nın, Tiyatro Manga sahibi Halit Karaata ile yaptığı bir söyleşiyi aktarıyoruz:
'Yeni bir sanatçı kuşağı gerekiyor’
Mustafa Kara
“Tavşan korktuğu için kaçmaz, kaçtığı için korkar” diyor Nâzım Hikmet bir şiirinde. Şiir mangasına bakan Ali onbaşının öyküsünü anlatan bir şiir bu. 1997’de sanat üretecekleri mekânı yeniden inşa ederken, kendilerini bu şiirde anlatılanlara benzetip ve bir mangayı geçmeyen sayılarına bakıp böyle bir ad takmışlar: Tiyatro Manga.
5 yılı aşkın zamandır Beyoğlu’nda, bir bankanın “dev kültür merkezi”nin hemen karşısında tiyatro yapıyor, eğitim veriyor, üretiyorlar. Grubun kurucusu Halit Karaata, kendilerini tanımlarken anlatmaya 12 Eylül darbesinden başlıyor: “Darbe sonrası burjuvazi, kültür-sanat alanına müthiş bir giriş yaptı. Sponsorluk adı altında müthiş bir kaynak ayırdı. Sermayedar karşılığını alamadığı hiçbir şeye yatırım yapmaz. Bu akla ziyan bir durum. Somut olarak karşılık aldığı da yok, ama biliyorlardı ki bunun karşılığı çok fazla olacaktı. Sanatçıların içini boşaltmayı becerdiler. Beslenerek, ortamları değiştirilerek, takıldıkları camialar değiştirilerek, maddi sıkıntıları giderilerek... Sanatçılar türetti, var olan sanatçıları satın aldı. Çünkü burjuvazi sanat yapamaz; sanat insan sevmenin bir edimidir. Oysa burjuvazinin insan sevmek gibi bir durumu olamaz. Mermi satan, insanı sevemez”.
Yaşam biçimi pazarlanıyor
Bu girişimin bir kuşağın önceki kuşakla bağını da kopardığını belirten Karaata, gözünü sanat camiasına yeni açan kuşakların da burjuvazinin sanatını, sanatın kendisi, uygulanması gereken sanat olarak gördüklerini ekliyor. Karaata, tam da bu noktada muhalif sanatın üretemediği, yeni sanatçılar yetiştiremediği, çok ağır darbeler yiyen siyasi yapıların da kültür ve sanata gereken önemi veremediği görüşünde. Halit Karaata’ya göre, boşaltılan kültür-sanat alanını dolduran burjuvazi bugün kendi starlarını, yazarlarını gündeme taşıyor ve onlar üzerinden yeni bir yaşam biçimi pazarlıyor. Karaata, bu noktadan hareket ederek, yeni sanatçılar yetiştirmek, yeni bir dinamik oluşturmak üzere harekete geçtiklerini anlatıyor; “Yeni sanatçı, demokrat bir sanatçı damarı yetiştirilmesi gerektiğini düşündük. Enerjimizi eğitime verdik. Kurs oradan başlamıştır. Tiyatro Manga da böyle oluştu”.
Her birinin süresi 18 ayı bulan kurs sürecinde, bugün 13 eğitim dönemi geride kalmış. Tiyatro Manga’nın sayısı da bugün beş manga civarında. 11 saat süren kesintisiz kurslar da, “alaylı” kimliği taşınması nedeniyle biraz pratikten öğrenerek, öğreterek sürmüş uzun süre. Karaata, bugün hem “kadro”lu Tiyatro Manga üyeleri, hem de kursiyerlerin pek çok etkinlikte görev aldığını, sanat ürettiğini anlatıyor. Aktif Dağıtım işçilerinin direnişi sırasında önce direniş ziyareti ve gösteri; sonra işçileri iade-i ziyareti; 1 Mayıs mitinglerindeki gösteriler, işçilere yönelik tiyatro oyunları, deprem bölgesinde çocuklara yönelik gösteriler ve hasta yatağında Zihni Anadol’un karşısında oyun sahnelenmesi buna birkaç örnek.
Ayrım gözetmeksizin demokrat kimliği taşıyan bütün parti ve kurumların etkinliklerine katıldıklarını söyleyen Karaata, Nâzım Hikmet, Orhan Kemal, Yılmaz Güney, Hasan Hüseyin gibi ustaları belgesel oyunlarla anmayı da gelenek haline getirdiklerini söylüyor.
Yeni bir estetik
Tiyatro Manga’nın bir etkinliği de, kuramsal ve sanatsal altyapıya yönelik seminer ve atölye faaliyetleri. Temel amaçlarını şu cümleyle özetliyorlar: “Bankerlerin, anamalcıların sanata ‘katkı’larındansa, bilimi, felsefeyi ve siyaseti yedeğe alıp bağımsız ve katkısız kalarak sanatı ‘ayağa düşürmek’...” Karaata, estetik kaygılara da önem verdiklerini söylüyor. Devrimci tiyatronun içeriğin yanında biçimiyle de “devrimci” ve “diyalektik materyalist” olması gerektiğini dile getiren Karaata, “Bugünün tiyatrosuna bakıyoruz; işleyişte, yetiştirme tarzında, eğitim sürecinde, sahneleniş biçiminde idealist bir yapı var. Antik Yunan’ın Aristotales’çi tiyatrosu. Arınma üzerine, özdeşleşme ve ajite etme üzerine kurulmuş bir devinim biçimi kuruluyor. Sözsel kaygıları unutmadan, biçimsel kaygıların da devrimci tarzda kurgulandığı bir tiyatro oluşturmaya çalışıyoruz”. Brecht’in epik tiyatrosunu, Grotowski’nin yoksullar tiyatrosunu, Piscator’un politik tiyatrosunu bugün daha ileriye taşıma uğraşı bu. İzleyiciyi izleyici olmaktan çıkarmayı hedef olarak önüne koyan bu çaba, Tiyatro Manga’nın her ay izleyici olarak yaptığı konulu “doğaçlama” etkinlikleriyle sürüyor. Sahneledikleri bazı oyunlarda da bu yönde adımlar atıyorlar.
Kuralları reddetmek
Tiyatroda var olan kurallar dizgesini reddediklerini söyleyen Karaata, Antik Yunan’da bile izleyicinin böylesi kurallar içinde ve koyun gibi olmadığını anlatıyor: “Oyun sürerken izleyici çıkar gider, yemeğini yer sonra gelirdi. Oyunlar gün boyu sürerdi zaten. Beğenmedikleri oyunları protesto ederler, domates atarlardı. İtalyan halk tiyatrosu Komedi Del Art’ta da böylediler. Açık alanlarda oynanır ve dikkati toplamak daha zordur. Ama çıkıp da ‘sen benim konsantrasyonumu bozuyorsun’ demezler. Bugün yaratılan burjuvazisinin ‘asil tiyatro’su. Oysa Grotowski’nin ezilenler tiyatrosu otobüslerde bile oynanırdı. Örneğin bilet zammını tartışırdı oyuncular. Oyuncu sırtını duvara yaslamaz, o korkaklıktır. Onun için ortaya gelir. Ancak, ortada oynayacak sahne bulmak bile sorun”.
Yeni bir oyun
Tiyatro Manga, bu yıl Aziz Nesin’in “Biraz Gelir Misin?” adlı oyunu ile Behçet Necatigil’in “Yol”unu sahneliyor. Bugün Muammer Karaca Tiyatrosu’nda prömiyerini yapacakları oyun ise Muzaffer Oruçoğlu’nun kaleme aldığı “Baba İshak Destanı”. Oyun, Muzaffer Oruçoğlu’nun 1983 yılında cezaevinde yazdığı romandan tiyatroya uyarlanmış. “Bu oyunda denemeci bir tavır izlemedik, klasik tarzda sahneledik. Hikâye zaten oldukça ilginç ve karmaşık. Dans, müzik, şiir içeren bir oyun. Anadolu Selçuklu ile savaşan Babai’lerin, bugünden geri dönüşle anlatılan öyküsü” diyen Karaata, bu oyunu seçme nedenlerini “isyancı geleneğe sahip çıkmak” olarak özetliyor.